Hasan Basri'nin Emevi Halifesi Mervan'a yazdığı kader Risalesi mektubu
Sahabeleri gören Tabiin alimi Hasan El Basri, kendisine kader hakkındaki görüşünü soran emevi halifesine 5 sayfalık cevap mektubu yazmıştır. Her cümlesine bir ayet ekleyerek sahabelerin ve tabiin alimlerinin Kuran müslümanı olduğunu ortaya koymuştur. Yaşadığı dönemdeki kaderci insanlara ayetlerle reddiye yapmış, özetle "günahlarınızı alın yazısı olarak görüpte Allahı suçlayamazsınız, imtihan edildiğiniz için kararlarınızdan sorumlusunuz" anlamında cevaplar vermiştir. Her cümlesinden hikmetli sözler çıkmış, kadercilere çok güzel cevaplar vermiştir.HASAN BASRÎ'NİN KADER HAKKINDA HALİFE ABDÜLMELİK B. MERVAN'A MEKTUBU (Çevirenler: LÜTFÎ DOĞAN - YAŞAR KUTLUAY) Kaynak: Ankara Üniversitesi İlahiyat fakültesi dergisi , sayfa 75 - Türk Tarih Kurumu Basımevi ANKARA 1954
Abdülmelik b. Mervan'ın Hasan Basrî'ye mektubu: Emirül Müminin Abdülmelik b. Mervan'dan Hasan Basrî'ye: Sana selâm olsun, Zatından başka ilâh olmayan Tannya hamdü sena ederim. Bundan sonra: Daha önce geçen âlimlerden hiç birinde duyulmamış bir tarzda kader meselesini izah etmekte olduğun Emirel Müminine ulaştı; Emirel Müminin zamanına kadar yaşayan sahabeden hiç birinin bu konuyu senin izah ettiğin gibi anladığını ve hakkında fikir yürüttüğünü bilmiyordu; Halbuki senin salâhi halini, dinindeki faziletini, ilme karşı olan anlayış, istek ve titizliğini biliyordu. Bütün bunlardan sonra, Emirel Müminin senden nakledilen bu sözü beğenmedi. Bu meseledeki fikrini O'na yaz. Bu iddiada nereye dayanıyorsun? Resulullahm ashabından birinin rivayetine mi, yoksa kendi fikrine mi, yahutta Kur'an'ın tasdik ettiği bir hükme mi? Biz bu mesele hakkında senden önce münakaşa etmiş veya söz söylemiş bir kimse işitmedik, bu husustaki görüşünü Emirel Müminine bildir ve açıkla. Tanrının selâm, rahmet ve iyiliği sana olsun.
Hasan Basrî'den Allahın kulu Abdülmelik'e : Ey Emirel Müminin! Sana selâm olsun ve Allahın rahmeti üzerine olsun. Zatından başka ilâh olmayan Allaha hamdü sena ederim. Bundan sonra; Allah, Emirül Müminîn'i salâha erdirsin ve onu, taatile amel ve rızasını talep eden, emrettiği şeylere uymakta sürat gösteren velilerden eylesin. Emürel Müminin —Allah onu salâha erdirsin— geçip giden birçok iyi insanlann birkaçı arasındadır. Sayısı az olan iyilik ehli örnek ittihaz edilir, kendilerine itimat edilir ve işlerinde onlara uyulur. Allahın emriyle amel eden, O'nun hikmetini güden ve Hazreti Resulullah'ın sünnetine uyan, seleften bir çoklarına ulaştık. Onlar hakkı inkâr etmezler, batılı hak göstermezler, Allahın kendi nefsine isnad ettiğinden başka şeyleri O'na isnat etmezler ve Allahın mahlûkatma karşı kitabında gösterdiği hüccetlerden başka bir hüccet getirmezlerdi.
Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: "İnsanları ve cinleri ancak bana ibadet etmeleri için yarattım. Onlardan ne bir rızık ne de beni beslemelerini istemiyorum." (51:56,57) Allah bu âyette ibadeti için yarattığı mahlûklatına ibadetle emretmiştir. Allah onları bir iş için yaratıp sonra işle onlar arasına girmemiştir. Zira Allah kullanna karşı zalim değildir. Daha evvel geçen Selefiyeden hiçbiri bu sözü inkâr ve münakaşaya kalkışmamıştır, çünkü onların hepsi bu konuda bir tek fikir etrafına toplanmışlardır.
Biz herkesi (Allahın adaletini) inkâr edip sapıklığa sevkedici heva ve hesvese kapılmış, Allaha yakınlaşmadan alıkoyan günahlar işlemiş ve Allahın kitabını tahrif etmiş bulduğumuz için bu konuda görüşümüzü ortaya atmış bulunuyoruz. Allahın dininde keyfî fikirlere yer yoktur. Allahu Te'alâ şöyle buyuruyor: "Ne sizin boş arzularınız, ne de ehli kitabın boş kuruntuları ile (Allahın vadettiği sevap) elde edilemez. Her kim bir fenalık yaparsa onun cezasını bulur." (4:123) Allahın kitabından delil getiremeyen her söz muhakkak ki sapıklıktır. Allahu Tealâ, "Gerçek söylüyorsanız, haydi davanıza isbat getirin." (2:111 ve 28:75) yani heva ve hevesinizle uydurduğunuz ve bana nisbet ettiğiniz hususlarda delil gösteriniz ve "Onlar, o zaman hakkın Allaha ait olduğunu bilip anlar ve uydurdukları putlar da onlardan ayrılıp nihan olurlar." (28:75) demektedir.
Ey Emirel Müminin! Allahın hükmünü ve kazasını bilmeyenlerin boş lafını bırak da kitabın sana söylediğine kulak ver. Allah bir kavme ihsan ettiği nimeti onlar kendileri değiştirmedikçe üzerlerinden eksik etmiyeceğini söylemektedir. O halde nimetin başı Allahu Tealâdan ve bu nimetin değiştirilmesi -onlara emrettiği şeylere muhalefetlerinden dolayı- kullardandır. Allahın, "Allahın nimetini küfre çevirip değiştirenleri ve kavimlerini cehennem olan helak yurduna sokanları görmüyor musun?" (14:27,28) âyetinde buyurduğu gibi, nimet Allahtandır, onu tebdil etmek de kullardandır. Çünkü onlar Allahın emrettiklerini terkedip nehyettiklerini işlediler. Allah, "...Kötülüğün gizlisine de aşikârına da yaklaşmayın..." (6:15) diyor. Allahın nehyettiği kendinden değildir; zira O, hoş görmediğine razı olmaz ve razı olduğuna da hoşnutsuzluk göstermez. Nitekim Allah şöyle buyurmaktadır: "Küfrederseniz, şüphe yok ki Hak Tealâ sizden müstağnidir. (Her ihtiyacını fevkindedir), kullarının küfretmesine razı olmaz, şükrederseniz (sizin şükredici olmanızdan) hoşnut olur. (39:7) Küfür Allahm kaza ve kaderinden olsaydı, Allah da yaptığından (küfürden) hoşnut olurdu. Allahu Tealâ kaza ettiği bir şeyden sonradan hoşnutsuzluk duymaz. Eziyet ve zulüm, Allahın kazasından değildir. Onun kazası marufu, adl'i, ihsan'ı ve akrabalara yardımı emir; fuhuş, fenalık ve azgınlığı nehyetmektir.
Allah şöyle buyuruyor: "Rabbin irade buyurdu ki, Ondan başkasına tapmayın, ana ve babanıza iyilik edin." (17:23) Ey Emirel Müminîn! işte Allahın Kitabı konuşuyor, Allahtan daha güzel kim söyleyebilir? "Her şeyi bir ölçüye göre yapan, sonra ona (hedefini) gösteren..." (87:3) buyurmuş, bu âyette her şeyi bir ölçüye göre yapıp sonra onu sapıtır dememiştir. Allah kullarına yol göstermiştir. Onların dinlerinde ve işlerinde şüphe içinde bırakmamıştır. Hatta Allah hidayetin verilmesini kendinden, yanılmanın peygamberinden olduğuna hükmediyor. Ve diyor ki: "De ki (Peygambere hitaben), ben yanılırsam yanılmamın vebali bana aittir. Doğru yola gidersem bu da Rabbimin bana olan vahyi sayesindedir." (34:50) Peygamber yanıldığı vakit yanılmanın vebalinin kendinden olmasını sen (Emirel Müminin) kabul edip, yanlışlığın bizden olabileceğini kabul etmez misin? Allahu Tealâ "yolu göstermek bize düşer..." (92:12) buyuruyor, yanıltmak bize düşer demiyor. Allahın Kitabına hakkını ver, sakın Onu tahrif ve olmıyacak şekilde tevil etme, Allah bir şeyi kullarına açıkça nehyettikten sonra, cahil gafillerin dedikleri gibi, onların gizlice yapmalarına muktedir kılmaz. Böyle olmuş olsaydı, "Dilediğinizi işleyin." (41:40) yerine, "Üzerinize takdir ettiklerini işleyin" der, "Dileyen insansın, dileyen (inkâr etsin) kâfir olsun." (18:29) demeyip, bunun yerine "İstediğim kimse iman etsin, istediğim kimse de kâfir olsun" derdi. Allah buyuruyor ki... "Allahın emri olup bitmiş kati bir fermandır." (33:38) Onun emri kaderi, kaderi de meridir. O, fuhşu ve fena olan şeyleri emretmez, emretmiş olduğunu iddia eden bir takım insanları Allah şu sözü ile ayıplıyor: "Onlar bir hayasızlık yaptıkları zaman, "babalarımızı bu hal üzere bulduk, Allah da bize bunu emretti" derler. De ki: Allah hayasızlığı asla emretmez, siz bilmediğinizi mi Allaha isnat ediyorsunuz?" (7:28)
Allahın kitabı karanlıkta nur ve ölüm vaktinde de hayattır. Allah kullarına kitap ve Peygamberlerinden başka bir hüccet vermemiştir. "Tâ ki helâk olacak olan kimse bile bile helâk olsun, diri kalacak olan da bilerek diri kalsın" (8:42) buyuruyor.
Ey Emirel Müminin! Allahu Tealânın "İçinizden ileri geçmek veya geri kalmak isteyenler..." (74:37) sözü üzerinde düşün. Muhakkak ki Allah iyilik, yapıp ileri geçenlere cenneti hak etmeleri, fenalık yapıp geri kalanlara da cehennemi hak etmeleri için kudret vermiştir. Eğer hakikat batıl itikat sahiplerinin iddia ettikleri gibi olsaydı, ne ileri gidebilmeleri ne de geri kalmaları mümkün olurdu. Ne ileri giden yaptığı işten dolayı övülür ve ne de geri kalan azarlanırdı. Böylece iddialanna göre, bu (kudret) onlardan da değildir, onlara verilmiş de değildir. Onların işlemiş oldukları bir şey olduğuna göre de Allah bu konuda söz söylemiş ve cezalarının, yaptıklarımn karşılığı olarak onlara yazıldığını şöyle ifade etmiştir: "Bunlar işlediklerinin karşılığıdır." (56:24)
Ey Emirel Müminin! İnsanlar Allahın Kitabına itiraz ederek onu tahrif ettiler. Allahın sözlerinin bazısı, diğer bazılarına yalanlamaz, O ancak bazısı bazısına benzeyen beliğ şekilde söylenmiş bir Kitaptır. Onun âyetleri birbirine zıt değildir. Zira O (kitap) "Her işi çeviren, her mahlûk tarafından övülen Allahın vahyidir." (41:42)
Sonra, ey Emiral Müminin! Allahın, "Ruha ve ruhun kemaline (dikkat et), ona hak yoldan uzak kalmamayı, kötülükten sakınmayı ilham ile öğretti." (91:7,8) sözünü düşün. Allah, Âdem oğlunun tabiatına ilhamla iyiliği kötülükten ayırma (kudretini) vermiştir. Sonra Allahu Tealâ diyor ki: "Kim öz canını tertemiz tutarsa felâh bulur, kim öz camnı kirletirse hüsrana ağrar." (91:9,10) Eğer onun öz canın kirleten Allah olsaydı hüsrana uğramaması gerekirdi.
Ey Emirel Müminin! Allahın, "Onlar yine Rabbimiz diyecekler, kim bizim bu hale uğramamıza sebeb oldu ise, onun ateş içindeki azabını kat kat arttır." (38:61) ayetini düşün. Onlann o hale uğramasına sebep olan Allah olsaydı... [Burası metinde eksiktir cümle tamamlanmıyor] Fakat Allah onların bu hale uğramasına ve sapıtmalarına kimin sebep olduğunu söylüyor ve diyor ki: "Onlar, Rabbimiz diyecekler, biz büyüklerimize, ileri gelenlerimize uyduk, onlar da bizi (sapıttılar) yolumuzu şaşırttılar" (33:67) O "büyükler" ve "ileri gelenler" onların küfre sapmalarına ve yollarını şaşırmalarına sebep olmuşlardır.
Ey Emirel Müminin! Allahın "kâfir olanlar: Rabbimiz! Cinden, insandan, bizi baştan çıkarıp sapıklığa götürenleri bize göster ayaklarımızın altına alalım ki aşağılarda bulunanlardan olsunlar, diyecekler 41/29" sözünü düşün. Yine Allah "biz insana yolu gösterdik, o da şükredici olur veya nankörlük eder... 76/3" âyetinde şöyle söylüyor: Biz kula doğru yolu gösterdik, ya şükreder onu mükâfatlandırırız, yahut da küfreder küfrüne karşılık olarak cezalandınrız. "...Kim şükrederse kendi öz canı için şükretmiş olur, kim küfrederse bilsin ki Hak Tealâ müstağnidir (şükre muhtaç olmadığı halde) hamdü senaya lâyık olan O'dur 31/12'. Yine Allahu azze ve celle, ...Zaten Firavun kavmini saptırmış ve doğru yola götürmemişti 20/79" diyor. Ey Emirel Müminin! Allahın dediği gibi sen de de ki, "kavmini sapıtan Firavun'dur . Allahın sözüne muhalefet etme, Allahın nefsi için razı olduğundan başkasını Allaha isnat etme. O şöyle söylemiştir: "Yolu göstermek bize düşer, sonraki hayat da, önceki hayat da bizimdir. 92/12-13" O halde yolu göstermek Allahtan, sapıtma kul lardandır. Ey Emirel Müminin! Allahın şu sözünü düşün: "Bizi ancak günahkârlar saptırmışlardır 26/99" ve "Samirî onları baştan çıkardı 20/85". ve "Şeytan insana apaşikâr bir düşmandır 7/53" , "Semud'a gelince, onlara dosdoğru yolu göstermeştik, fakat körlüğü hidayete tercih ettiler, onlan işleyip kazandıktan yüzünden kör edici azabın yıldırımı tuttu 41/17". Yol gösterme işi Allahtan başlamış ve onlann körlüğü hak kazanmaları heva ve heveslerine uymalariyle olmuştur.
Ey Emirel Müminin! Mektubum ve sözüm sana uzun gelmesin, çünkü mektubumda, zulmü Allaha nisbet edip, kendilerini bundan uzak tutanlara karşı açık deliller vardır. Rabbına âsî olduğu zaman "“Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (7:23) dediğinden dolayı kendisine uyulması en doğru olan babımız Âdemi misal gösteriyorum. Âdem Rabbına "bu başıma gelen senin kaza ve kaderindir" dememişti.
Yine Musa da bir adam öldürünce: "Bu iş şeytan işidir dedi, şeytan apaşikâr ve baştan çıkarıcı bir düşmandır. Musa, "Rabbim, dedi. Ben öz nefsimi ziyana uğrattım beni affet (Hak Tealâ da) onu affetti 28/15-16" buyurmuştur. Musa bu iş şeytandandır, cahil ise bu Rahman'ın işidir der. Allahın bize kitabında kıssasını anlattıkları kimselerin hepsi bunu kabul etmişlerdir. Allah şöyle buyurmuştur: "(Kabil dinlemiyerek) nefsine uydu ve nefsi ona kardeşini öldürmeyi kolaylaştırdı, o da kardeşini öldürdü ve hüsrana uğrayanlardan oldu 5/33" İnsanlar arasında "Sen zalimsin, kötülüklerin sebebi sensin" sözünü kabul edecek kimse yoktur. Hoşlanmadıklarını Allaha, hoşlandıklanı kendi nefislerine nisbet ederler. "Kalplerinde eğrilik bulunup (başkalarını) saptırmak maksadiyla müteşabih âyetlere tâbi olan ...3/7" kavim, bu işte ancak helâk olmuştur. Bunları münakaşa ederler ve Allahu Tealâ:"Allah istediğini saptırır, istediğini de doğru yola götürür. 13/27" demiştir, derler. Fakat âyetin öncesine ve sonuna bakmazlar. Âyetlerin öncesinin ve sonunun delâlet ettiği mânayı düşünseler, dalâlete düşmezler
Allah şöyle buyurmuştur: "Hak Tealâ iman edenleri bu dünya hayatında da, âhirette de sağlam sözlerle temkinleştirir. Zalimleri sapıklıkta bırakır ve Allah dilediğini yapar 14/27". Yani, iman edenleri imanlanyla ve iyilikleriyle yollarında temkinli kılar, zalimleri de Allahı inkâr ve Ona düşmanlıkları ile saptırır, işte Allahın iradesi budur. Allah şöyle buyurmuştur: "Vaktaki onlar döndüler, Allah da onların kalplerini döndürdü 61/45". O halde onlar dönünce, Allah onların kalplerini döndürmüştür. Yine Allah şöyle buyuruyor: "...Bir çoklarını dalâlette bırakır, bir çoklarına da hidayet nasib eder. Dalâlette kalanlar ancak fâsıkîardır. Bu fâsıklar, Allah ile müebbed bir surette akdolunan misakı bozarlar. Allahın bitişmesini emrettiği şeyi parçalarlar, yer yüzünde fesat çıkanriar. İşte asıl öz canlarına zarar verenler bunlardır. 2/26-27". Yine Allahın "azap hükmünü giyecek olan kimseyi ateşten kurtarmak senin elinde midir? 39/19" sözlerinde münazaa ederler. Allah şu sözü ile de kimin azaba lâyık olduğunu mahlûkatına beyan ediyor: "Böylece kâfir olanların cehennemlik olduklan hakkındaki söz ve hüküm yerini buldu." 10/33 O halde onlann cehennemlik oldukları hakkındaki söz ancak fışkı işlemelerinden sonradır.
Allahın şu sözü de üzerinde münakaşa edilenlerdendir: "Hiçbir kimse Allahın izni olmaksızın iman getiremez. 10/100" Buradaki izin kelimesi, serbest bırakma mânasınadır. O halde Allah herkesi iman karşısında serbest bırakmış ve iman edebilmeye muktedir kılmıştır. Allah diyor ki: "Gönderdiğimiz her peygamberi ona Allahın izniyle itaat olunsun diye göndeririz 4/63". O halde Allahtan itaat edilmesi için bir peygamber gönderip sonra onunla, halkı ve taatı arasına girmek istemez. Bu Allahın sıfat, adalet ve hikmetinden ne kadar uzaktır.
"...İçinizden ileri geçmek veya geri kalmak isteyenler... 74/37" âyeti ile "içinizden isteyen doğru yola gider, bütün âlemlerin Rabbi olan Allah bir şeyi dilemeden siz onu dileyemezsiniz. 81/29" âyeti üzerinde münazaa vardır. Allah doğru söylemiştir. O hayır dilediği zaman bizim için diler. Meselâ, biz dilemeden bi zim için dilemiş olduğu hayırlardan birisi bizi iyiliğe yöneltip onu bize göstermesidir. Şöyle buyuruyor: "Allah size kolaylık ister, zorluk değil. 4/26", "Allah size herşeyi belli etmeyi, sizi sizden evvelkilerin yollarına iletmeyi, tevbenizi kabul etmeyi İster. Allah her şeyi bilir ve iyi düşünür. Haktealâ sizin tevbelerinizi kabul etmeyi ister. 4/26". Allah bizim tevbe etmemizi İsteyip, sonra ondan bizi menetmez ve men etmemiştir.
Gayrı meşru çocukları ve bu gibilerini yaratmış olduğundan dolayı Ona itiraz ederler. Allah zânîye çocuktan dolayı değil, emrine karşı gelmiş olmasından dolayı azap eder. Bu karşı gelme çocuktan ayrı bir şey olan zina işidir. Meşru olmıyan yere nutfeyi koyan zâni, kendisinin olmıyan yere tohum eken çiftçi gibidir. İstediğini yetiştirir istemediğini yetiştirmez.
Allahın şu sözü üzerinde de çekişiyorlar: "Yeryüzünde veya kendi öz canınızda uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki yaratılmadan evvel Kitapta bulunmasın. 57/22". Bunu kendi görüşleriyle küfür ve iman, taat ve masıyetle tevil ediyorlar. Halbuki bu böyle değildir. Bu musibetler ancak mallarda, nefislerde ve yapılan işlerin neticelerindedir. Allah bize böylece bildirmiştir. Bu dünyanın metaile şımarık kimselerin yaptıkları gibi sevinmememiz ve ele geçiremediğimiz şeylere müteessir olmamamız için bizi zenginlik ve fakirliğe, zorluk ve kolaylığa müptelâ kılmıştır. Sonra bize sabredenleri beyanla diyor ki: Fakat sen sabredenleri müjdele, onlar ki bir musi bete uğradıktan zaman 'biz Allahınız ve Allaha dönücüyüz' derler. İşte Rablerinden salatlar ve rahmet onlaradır. Ve doğru yolu bulanlar da onlardır. 2/156-157". Eğer bu iman ve küfürde olmuş olsaydı, Allah, "Ta ki elinizden çıkana tasalanmayınız ve Allahın size verdiği ile sevinip şımarmayınız.. 57/23" buyurmaz, bilâkis "ta ki imanınızı kaybettiğinize tasalanmayınız ve (Allahın) size ondan verdiği ile sevinip şımarmayasmız" derdi. O halde insan dininden çıkan şeye müteessir olmaz da neye olur? Allahu Tealâ buyuruyor ki: "De ki: Allahın inayeti ile, rahmeti ile ve yalnız bunlarla sevinsinler, bu onların bütün toplayıp yığdıklarından daha hayırlıdır. 10/58", Uyanık olan kimseler için hakikat açıktır, lâkin birçokları bunu farketmezler.
Ey Emirel Müminin! Allah bir kulu kör edip sonra "gör, yoksa sana azabederim" veya sağır edip sonra "işit, yoksa sana azap ederim" yahut dilsiz edip "konuş, yoksa sana azap ederim" demiyecek kadar insaflı ve âdildir. Ey Emirel Müminin! Bu akıl sahipleri için gizlenmiyecek bir hakikattir.
Allahın, "Onların (insanların) bir kısmı bedbaht, bir kısmı da bahtiyar olacaktır. 11/106" sözünde münazaa ve bu âyeti şöyle tevil ettiler: Allah Tealâ kullarını annelerinin karnında bedbaht ve bahtiyar olarak yaratmıştır. Bedbaht yarattığının bahtiyarlığa ve bahtiyar yarattığının da bedbahtlığa çevrilmesine imkân yoktur. Eğer hakikat tevil ettikleri gibi olmuş olsaydı, Allahın kitap ve peygamberlerinin bir mânası kalmadığı gibi, peygamberlerin onlan takvaya davetleri ve salâha teşviklerinin de fayda ve mânası kalmazdı. Gerçekte bu âyetin tevili onların iddia ettikleri gibi değildir. Allah şöyle buyurmuştur: "O gün (ahiret günü) bütün insanların bir araya toplanacakları bir gündür. O gün ana baba günüdür. 11/103" sonra şöyle devam ediyor: "Allahın emri yerine geldiği gün hiç kimse, O'nun izni olmaksızın bir söz söyleyemez. O gün, onların (inasanların) bir kısmı bedbaht, bir kısmı bahtiyar ola- caktır. 11/105". O günün bahtiyan, bugün Allahın emrine uyup o şekilde amel eden ve o günün bedbahtı, Allahın dinini istihfaf ederek emirlerini hiçe sayan kimsedir. Ey Emirel Müminin! bil ki, Allahın emir kitap ve adaletine muhalefet edenler dinlerinde çok ifrata gitmiş olanlar ve cehaletlerinden dolayı her şeyi kadere yüklemiş olanlardır. Dünya işinde ise, bununla yetinmeyip bu gibi işlerde azimli ve tedbirli davranırlar.
Bu, hakikatin ağır, batılın hafif olmasından ileri gelmektedir. Onlardan birine, dine ait bir emir verecek olsan: "Kalemler kurumuş (iş işten geçmiştir) ve alınlara "bahtiyar" veya "bedbaht" yazılmıştır, cevabını verir. Birisine "dünya yolunda nefsini yorma, sıcak veya soğukta kendini işe koşma ve canını yolculukta tehlikelere atma, nasıl olsa rızkın hazırlanmıştır" desen kabul etmez. Yine "koyunlarının başına çoban bırakma, kurtların yiyeceği ve hırsızların çalacakları, ölecek ve kaybolacak olanlar takdir edilmiştir, sen onları korumaya muktedir olamazsın, Allahın muhafaza edilmesini takdir ettiği hiçbir şey zayi olmaz" desen kabul etmez. Yine, "atını ve deveni kaçacak diye iple bağlama, ne takdir edilmişse o olur, bağlasanda bir bağlamasan da" desen kabul etmez. Yine, "sakın dükkânını ve evinin kapısını —malının ve eşyanın kaybolmasından korkarak— kapama, zira senin kapıyı kapaman Allahın takdirini değiştirmez" desen, bunu da kabul etmez. Dünyaya ait herhangi bir işinde, bütün ihtiyat tedbirlerini alarak sağlamlaştırmadan hareket etmez. Eğer böyle yapmamasını söylersen bilgisizliğini ileri sürer, sonra da söyleneni kabul etmez. Bütün bunlara rağmen din meselelerini kadere terk eder. Bunlar hakkın ağır, batılın hafif olmasından ileri gelir.
Allahın şu sözünde münazaa ederler: "Allah dileseydi, hepsini hidayet üzere toplardı, öyleyse sakın cahillerden olma 6/35". Bu müşriklerin müslüman olmamalarından dolayı müteessir olduğu için Allahu Tealânm peygamberine ettiği sitemdir. Bir âyetinde de buyuruyor ki: "Sen onların bu söze (Kuran'a) inanmayıp yanından çıkıp gitmeleri yüzünden üzüle üzüle kendini öldürecek misin? 18/6". Allahu Tealâ bu âyetinde Peygamberine kudretinden haber veriyor ve Allah onları itaate icbar etseydi, muhakkakla buna gücü yeterdi. Bu O'nu aciz kılmazdı. Fakat O, herkesi kendi ameline göre mükâfatlandırmak için onların bu şekilde hareket etmelerini irade etti. Buyuruyor ki: "Rabbin dileseydi yeryüzündeki (insanların) hepsi de toptan iman ederlerdi, öyleyse sen ne için insanları mümin olsunlar diye zorlamak istiyorsun? 10/99".
Allahın şu sözü de münazaa ettiklerindendir: "Biz cehennem için ins ve cin'den (öyle kimseler) yarattık ki kalpleri vardır bu kalplerle idrak etmezler, gözleri vardır onlarla görmezler, kulaklan vardır onlarla duymazlar. Bunlar dört ayaklı hayvan gibidirler. Belki daha da sersemdirler. Gafil olanlar bunlardır. 7/178". Bu âyeti şöyle tevil ettiler: Allah yaratma işine başladığı vakit bazı kimseleri cehennemlik kıldı. Bunlar Allahın istediği taati yerine getirmeğe muktedir değillerdirler. Diğer bazı kimseleri de cennetlik yaratmıştır. Bunlar da Allah'ın istemediği masiyeti işlemekten acizdirler. Nitekim (Allah) kısayı uzamaya kudreti ve siyahı da beyazlanmaya kabiliyeti olmaksızın yaratmıştır. Cehennemlik olanları mümin olmaları için azaba duçar etmiştir. Böylece Allahı en çirkin sıfatlarla tavsif ettiler. Halbuki Allah şu sözü ile onların kötü işleri ve şüphelerinden dolayı cehenneme gideceklerini bildiriyor: "Kalpleri vardır bu kalplerle idrak etmezler, gözleri vardır onlarla görmezler 7/178". Nitekim Allah şu âyetinde şöyle demişti: "Firavun hanedanı sonradan kendine düşman kesilecek ve onların üzülmelerine sebep olacak olan Musa'yı aldılar. 28/8". Halbuki onlar Musa'yı kendilerini neşelendirmesi için almışlardı. Yine Allah: "Onlara mühlet vermemiz günahlarını arttırmaları içindir. 3/177". âyetiyle Allah onların ibadeti terk etmeleriyle günahlarının çoğaldığını bildiriyor. Allah araplann âşinâ olduklan dille konuşuyor.
Meselâ, bir Arap şairi şöyle söylemiştir: "Zamanın harap etmesi için bina yapılması gibi, Anneler de yavrularını ölüm için beslerler." Burada şair çocukların sonunun ölüm binaların sonunun da harabiyet olduğunu bildiriyor. Halbuki yavrular ölüm için değil beka için beslenirler, meskenler de harap olmalan için değil mamur kalmaları için yapılırlar. Ey Emirel Müminin! Kuran da arapça bir kitaptır ve Allah onu Araplara kendilerinin bildikleri dille indirerek onlara alışık olduklan bir dille hitap etmiştir.
Allahın ilmi konusunda da münakaşa ederek, "Bir kavmin küfrünü Allah bilir, bunlar iman edemezler. Zira mani olan Allahın ilmidir" derler. O halde onların iddiaları şöyle oluyor: Allah kullarına kaldıramıyacakları ve terk edemiyecekleri şeyleri yüklüyor. Allah şu âyetle onları yalanlar: "Allah bir kimseye gücünün yetmiyeceğini yüklemez. 2/286". Ancak onların küfür ihtiyar etmelerinin kendi heva ve hevesleri ile olduğunu bilir. Onlar bu bilgiyi Allahın, dışına çıkamıyacakları renk, suret, uzunluk ve kısalık gibi alacakları şekli bilmesine benzetirler. Hakikat dedikleri gibi değildir. Zira uzunluk, kısalık, suret ve renkler Allahın fiilleridir. Bunlarda onları seçmek ve değiştirmek kudretleri yoktur. Allah onların küfrü kendi hevalarına uymakla ihtiyar ettiklerini bilir, iman ve adalet hususunda onları tecrübe etmek gayesiyle, kendilerine verdiği kudretle bunu yapmağa muktedirdirler. Yine Allah, onların istemediklerini bırakacaklarını bilir.
Nitekim Hızır'ın kusurlandırdığı gemi de böyledir. Eğer bu gemi sağlam olarak kralın yanına uğrasaydı onu gasbedeceğini ve Hızır onu kusurlandırınca almıyacağını; yine Hızır'ın öldürdüğü çocuğun yaşadığı takdirde ebeveynine küfür ve azgınlıkla yıldıracağını, öldürürse ebeveyninin küfür ve azgınlığından kurtulacağını; yine Hızır'ın tamir ettiği duvar tamir edilmemiş olsa altındaki hazinenin kaybolacağını, yapıldığı takdirde ise duvarın altındaki hazinenin kalıp iki çocuğun yetişerek Allahın fazlı keremiyle hazinelerini çıkaracaklarını bilir. Sonra Musa'ya (Hızır) şöyle der: "Ben bunlan kendi reyimle yapmadım 18/83" bunu, bana Allah öğretti. Nitekim Allah da şöyle buyurmuş tur: "Ona kendimizden ilim öğrettik".
Resulullah (S.A)ı yol uzun ve meşakkatli olduğu için terkeden münafıkların durumunu bilir. "Kazanç kolay yol yakın olsaydı arkasından gideceklerini bilir. Fakat mesafe onlara uzak geldi. Onlar Allah namına yemin edecekler: 'gücümüz yetseydi, elbette sizinle beraber çıkardık' diyecekler. Bunlar kendi öz canlarını helak ediyorlar. Allah onların yalancı olduklarını bilir 9/43" Zira onlar isteselerdi sefere iştirak edebilirlerdi.
Allahın şu âyederi üzerinde de ihtilâf ederler: "(Ey insan) sana gelen her iyilik Allahtandır. Sana gelen her fenalık ise kendindendir 4/79". "Deki: Hepsi de Allahtandır. Fakat bu adamlara ne oluyor kendilerine anlatılanı anlamağa yanaşmıyorlar? 4/78". Bunu kendilerine göre taat ve masiyetle tefsir ediyorlar ve küfür, fısk, isyan, zulüm, cevr, bühtan ve bütün kötülüklerin Allahtan geldiğini iddia ediyorlar. Hakikat böyle değildir. Fakat münafıklar, Allah kendilerine geçim ve sağlık hususunda bir lûtufta bulunursa 'bu Allahtandır' ve geçim darlığı, hastalık, çoraklık, kıtlık ve kısırlık gibi hoşlanmadıklan bir şeye Allah onları duçar ederse 'bu Hz. Muhammed (A.S.)dendır' derler. Allah "De ki: Hepsi Allahtandır" diyor. Yani hepsini Allah yapıyor.
Nuh kıssasmdaki Allahın şu sözü üzerinde münakaşa ederler: "Ben size öğüt vermek istesem de, eğer Allah sizi azdırmak istemişse, öğüdüm size fayda vermez. O, sizin Rabbinizdir ve O’na döndürüleceksiniz. 11/34". Bunu bilgisizliklerinden şöyle tevil ediyorlar: Nuh (A.S.) kavmi arasında 950 sene kaldı, Allah yoluna davet edip nasihatta bulundu. Halbuki O, kavminin kendine icabeti ve nasihatlerini kabul etmesinin kendilerine bir faydası dokunacak mı dokunmıyacak mı bilmediği gibi, Allah onlara bu nasihatleri kabül ettirecek mi, ettirmiyecek mi, onu da bilmiyordu. Hakikat onların tevil ettikleri gibi değildir. Nuh, kavmi usanıncaya kadar onlarla münakaşa etti. Sonunda Ona şöyle dediler: "Ey Nuh! Bizimle çok uğraştın, çekişin (artık yeter, davanda) gerçek isen, haydi bizi ne ile tehdit ediyorsan onu getir, Nuh onlara dedi ki: 'Onu size dilediği takdirde ancak Allah getirir ve siz ondan kaçıp kurtulamazsınız 11/32". Yani getirdiği vakit azabından kurtulamaz ve ondan korunamazsınız. Size azabın hulûlünde "size nasihat etmek istesem" o vakit "nasihatlerim fayda vermez 11/34"
Nuh (A.S.) azab inip de onlar tarafından görüldükten sonraki imanın onlara bir fayda vermiyeceğini biliyordu. Allah şu sözüle helâk ettiği milletleri beyan ediyor: "Onların ceza ve azabımızı görünce, böylece iman etmeleri onlara bir fayda vermedi. Allahın kulları arasında öteden beri kanunu, hükmü budur. Kâfirler işte o zaman ziyana uğrayacaklardır 40/85". Bu Allahın sünnetidir. Azab müşahede edildiği vakit artık tevbeyi kabul etmez. Allahın şu sözüne gelince: "Eğer Allah sizi azgınlığınızın içinde bırakmayı dilemişse, ben size öğüt vermek istesem de öğüdüm size fayda vermez. O sizin rabbinizdir ve O’na döndürüleceksiniz.” 11/34". Esasında sapmak mânasma olan ğay'dan murad Allahın şu sözünde olduğu gibi azabıdır: "Onlardan sonra (öyle) nesiller geldi ki namazı bıraktılar, şehvetlerine uydular. Bunlar azgınlıklarının karşılığında elim azaba (ğay) tutulacaklardır 19/59". Araplar, filanca bugün ğay'e (azaba) atıldı" derler, bu "filancayı emir şiddetle dövdü yahut büyük bir cezaya çarptırdı" demektir.
Allahın şu sözü de üzerinde münakaşa ettiklerindendir: "Hak Tealâ her kimi doğru yola iletmek isterse, onun gönlünü îslâmiyeti (kabul için) açar. Her kimi sapıklıkta bırakmak dilerse, onun gönlünü darlaştırır, sıkıştırır ve bu adam zorla göğe çıkıyormuş gibi olur. Hak Tealâ böylece, iman etmeyenleri belâya ve horluğa uğratır 6/125". âyeti bilgisizlikleri yüzünden şöyle tevil ettiler: Allahu Tealâ salih amel işlemeden, bazı kullarının gönüllerini İslâmiyete açmış, bazı kullarının da küfür fısk ve sapıklığı olmadıkları halde gönüllerini darlaştırmış ve sıkıştırmıştır. Halbuki bu kimselerin Allahın kendilerini mükellef kıldığı taatı yapmaları imkânı olabilirdi. Bunlar ebediyen cehennemde kalacaklardır.
Ey Emirel Müminin! Hakikat cahillerin iddia ettikleri gibi değildir. Rabbımız kullarına bunlan yapmıyacak. Çünkü O rahim, âdil ve kerimdir. O buyuruyor ki: "Allah bir kimseye gücünün yetmiyeceğini yüklemez. Her kesin kazandığı iyilik kendine, işlediği fenalık yine kendinedir 2/286". İnsanlar ve cinler Allaha ibadet etmeleri için yaratılmışlardır. Allah onlara teklif ettiği ibadetlerin birkaç katını yapabilecek kudrette işitmek, görmek ve sezmek kabiliyeti vermiştir. Eğer emredilenleri yapıp, nehyedilenleri yapmamaya kudreti varsa, Allah emredilenleri yapan kimsenin taatlerinin karşılığı olarak bu dünyada gönlünü îslâmiyete açar, iyi işleri kolay kılar, küfür fısk ve isyanı zorlaştırır. Büyük olsun küçük olsun taat bakımından bu mertebeye ulaşan herhangi bir kimsenin hakkında Allahın hükmü böyledir. Tevbe ve itaate kudreti yettiği halde dünyada Allahın emrettiği taatten ayrılıp küfrüne devam eden kimsenin gönlünü -sanki o göğe yükseliyormuş gibi- darlaştırır, sıkıştırır. Bütün bunlar, onun bu dünyada olan küfür ve dalâletinin cezasıdır. Tevbe emredilmiş ve yapılmasına çağırılmış bir iştir, fisk ve küfür bakımından bu mertebeye ulaşan bir kimse hakkında Allahm hükmü yine budur.
Ey Emîrel Müminin! Allah hikmetinde gönüllerini açmakla kullarını yapmaları gereken işlere teşvik ve yine hikmetinde onların gönüllerini darlaştırmakla yapmamaları gereken işlerden uzaklaştırmasım kulları için rahmet olarak kitabında zikretmiştir. Allah bunu iyi hareket ettikleri vakit rahmeti ve fazlından ye'se kapılmaları mağfiret af ve kereminden ümitsizliğe düşmeleri için zikretmemiştir. Allahu Tealâ kitabında bunu beyan ederek buyuruyor ki: "Allah onunla (iman edip) rızasını kazananlan selâmet yollarına iletir, iradesiyle karanlıktan aydınlığa çıkarır ve dosdoğru yola götürür 5/18".
Ey Emirel Müminin! Bunu iyi düşün ve anla. Allahu Tealâ "O kullarımı müjdele ki, sözü dinler ve onun en güzeline uyarlar. Allahın hidayet ettikleri bunlardır. Tam akıllı insanlar da bunlardır 39/18". Allahu Tealânın şu âyetinde buyurduklarına kulak ver: "Ehli kitap olanlar inanıp (fenalıktan) sakınsalardı, şüphe yok ki, kötülüklerini örter onları nimet cennetlerine korduk. Onlar Tevratı, İncili ve onlara gönderileni yerine getirmiş olsalardı, tepeden yağan ve yerden çıkan bütün nimetler içinde kalır, onları yerlerdi... 5/68-69" ve yine "Şehir halkı iman edip sakınmış olsalardı gökten yerden bereketler yağdırırdık, fakat onlar (hakkı) inkâr ettiler, biz de onlara yapıp kazandıklarının cezasını verdik. 7/95".
Ey Emirel Müminin! bilmiş ol ki, Allah kullara yapılacak işleri kesin olarak mukadder kılmamıştır, fakat şöyle yaparsanız size böyle yaparım, böyle yaparsanız size şöyle yaparım diyor ve onları ancak yaptıkları amellere göre cezalandırıyor. Allah kendine ibadet dua edilmesini ve kendinden yardım dilenilmesini emrediyor. Eğer kullar Allahın indinde olan ecri isterlerse, Allah onlara yardım eder ve iyiliği elde etmek, kötülükleri bırakmak hususunda onlara muvaffak olmakta kolaylık gösterir. Allaha itaat edip yanındakini (ecir) isteyen kimse hakkında Allahın hükmü budur ki bence de söz budur
Ey Emirel Müminin! dikkatli ol, sakın "Allah nehyettiği şeyi kullarına takdir etmiştir, kulları ile emrettiği şeyin arasına girmiştir, kulları arasında kaza ettiğinin hilâfına davet eden peygamberler göndermiştir. Sonra, (doğru) yola gitmelerine müsaade etmediği halde, emirlerine icabet etmeyen kullarına ebediyen azab edecektir" deme, zira Allah zalimlerin iftiralarından beri ve yücedir. Bu cahiller kime itiraz ettiklerinin farkındalar mı? Onlar: "îman ediniz, hakkınızda hayırlı olur 4/169" diyen Allahu Tealâya itiraz ediyorlar.
Cahiller —Onlar iman edemezler,
Allahu Tealâ —"Allaha davet edene (peygambere) icabet edin 46/31".
Cahiller —Allah, onlarla icabet arasına girmiştir.
Allahu Tealâ —Rabbinizden bir bağışlanmaya ve genişliği gökler ve yer kadar olan bir cennete koşun.. 57/21".
Cahiller —Onlar nasıl yarışabilirler? Allah onlara katî olarak hareketleri hu susunda cebretmiştir.
Allahu Tealâ —"Onlara ne oluyor da iman etmiyorlar 84/20".
Cahiller —Zira Allah onlan iman etmekten alıkoymuş ve küfre daldırmıştır.
Allahu Tealâ —"Ey Ehli kitap! Hakkı gördüğünüz halde ne diye Allahın âyetlerini inkâr ile kâfir oluyorsunuz? 3/70".
Cahiller—Çünkü Allah onların kâfir olmalarım takdir edip, bu şekilde bırakmıştır.
Bu Allaha karşı itiraz ve kötü niyettir. Allahu Tealâ "Bundan vazgeçmek hakkımzda daha hayırlı olur 4/170".
Cahiller —Allahın, "size kaza ettiğimden vazgeçin. Bu sizin için daha hayırlıdır" demek istediğini zannediyorlar.
Allahu Tealâ buyuruyor ki "Allaha karşı yalan uydurmayın 20/61", ve "Rüşdüne erişinceye kadar yetimin malına, onun iyiliğine olmadıkça el sürmeyin. 6/152 ve 17/34", "Zinaya yaklaşmaym 17/32", "Allahın öldürülmesini haram kıldığı hiçbir canı öldürmeyin, meğer ki hak ile ola 17/33", "Âyetlerimi az bir karşılığa satmayın. Yalnız benden korkun. 2/41"
Cahiller Kuranı Kerimdeki bunlara benzer bütün âyetlerden, Allah kaza ve kaderinden kullarını nehyetti mânasını çıkarıyorlar. Yine "Allah peygamberine helâl kıldığı bir şeyi haram kıldıktan sonra kazasıyla amel etmesinden dolayı onu azarlamıştır" diyorlar, Allah şöyle buyurmuştur: "Ey Peygamber! Allahın sana helâl ettiği şeyleri nefsine niçin haram ediyorsun? 61/1".
Cahiller diyorlar ki, "Allah Peygamberine bir kaza ediyor, sonra ona izin veriyor, sonra da yaptığı işten dolayı onu azarlıyor". Allah buyuruyor ki: "Allah seni affetsin! Doğru söyleyenler sana iyice belli olup, yalancıları bilinceye kadar beklemeden niçin onlara izin verdin? 9/43". Her nebi hata işlediği takdirde bunu Rabbına değil, kendi nefsine nisbet eder. Allahın konuşturduğu Hüdhüd diyor ki: "Kendisini de, kavmini de Allahı bırakıp güneşe secde eder gördüm. Şeytan onların işlediklerini gözlerine boyamış, onları doğru yoldan alıkoymuş 27/24". Bu şekilde Kuranı Kerimde pek çok âyetler vardır.
Ey Emirel Müminin! işte cevaplandırılmasını istediğin sualleri böylece izah ve beyan ettim. Bu mektup üzerinde dur, iyi düşün, zira "O kalplere şifadır 10/57". Risale tamam oldu.
Yazının elden geçirilmesi gerekli
YanıtlaSilYazı gözden geçirildi düzenlendi.
Sil