Sünilerin peygambere isnad edilen söylentileri kabul ettirmek ve kabul etmeyenleri dinden çıkmakla itham etmek için en çok kullandıkları ayet "..resul ne verdiyse alın, neyi yasaklarsa sakının.." (Haşr 7) ayetidir. Bunu gösterip "resul hadis verir, Allah ayet verir" diyerek iki din kaynağı olduğunu iddia ediyorlar. Eğer bunun doğru olduğunu varsaysak o zaman şu soru çıkar: peki sünnilerin verdikleri mi hadistir, şiilerin verdikleri mi, mezheplerin verdikleri mi? Her kesim kendi içinde doğup büyüdüğü yerde yaygın olan inancı benimsediği için Türkiyede yaşayanlar "tabi ki sünni kaynakları peygamber verdi" diyecekler, İranda yaşayanlar ise "şiilerin kaynaklarını peygamber verdi" diyeceklerdir.
Gösterdikleri haşr 7.ayetin başında ganimet dağıtılmasından bahseder ve resulün verdiklerine razı olunması istenir. Yani ayetin bağlamı mal paylaşımı hakkındadır. Velev ki ayetin bağlamını görmezden gelip resulün her verdiğini almak olarak anlasak, o zaman yine Buhari ve müslimin verdiğini sorgusuz sualsiz alın anlamına gelmez. Çünkü resul sadece ayet verir, nebi ise kendi fikrini söyler.
Peygamnerimizin Nebi olarak söylediği şeyler hadis olarak dilden dile aktarılmıştır ve yazıya geçirilmesi 160 - 200 yıl sonralara kalmıştır. Bunun sebebi peygamberimizin, sahabelerin ve sahabeleri gören tabiin alimlerinin Kuranı yeterli görmesi olmuştur. Daha sonraki nesiller peygamberin sözleri unutulmasın mantığıyla yazma ihtiyacı hissetmişler ve insanları dinleyerek duyduklarını yazmışlardır, günümüz tabiriyle halk ile roportaj yaparak gazeteci gibi çalışmışlardır.
Bu çalışmanın neticesinde hem o dönemde yaygın olan inançöar kitap haline gelmiş, hem halk efsaneleri din zannedilmiş, hem başka dinlerin öğretileri peygamberin öğretisi zannedilmiş hem de bir miktar Kuranla uyumlu söylentiler aktarılmıştır. Hadis kitaplarına baktığımızda dinle imanla alakası olmayan şeyleri, yahudilerin inançlarını, dede korkut masallarını, Kuranla uyumlu bazı sözleri görmekteyiz.
Hadis kitaplarının karman çorman olmasının sebebi hadis yazarlarının bir eleme yapmadan her işittiklerini yazmış olmasıdır. Elemeyi kendilerince yapmışlardır lakin bu eleme bir ilim üzerine değil, tamamen zan üzere yapılmıştır. Halktan işittikleri sözleri yazmadan önce "bu kişi güvenilirdir yalan söylemez, ondan işittiklerimi hadis olarak nakledebilirim" demişlerdir. Bu aşamada her hadisçinin kendine göre güvenilirlik görüşü olduğuu için birbirinin yazdıklarına da uydurma demekten geri durmamışlardır. Yani Buhari'nin sahih diyerek yazdığı hadislere Müslim itibar etmemiş ve kitabına almamıştır. Hal böyle olunca kişiye göre değişen sahih hadisler çıkmıştır. Her hadis kitabı yazarına göre sahihtir. İslama göre Kurandan başka sahih hadis yoktur. Evet, yüce Allah kendi indirdiği kitaba hadis demektedir: "Allah indirdi hadisin en güzelini..." (39/ Zumer 23)
Allah ve resulü çarpıtmasına cevap veren deliller!
Allah ve resulü çarpıtması geçmişten günümüze kadar ulaşmıştır. Halbuki Kuranı Kerim ayetleri bir bütün olarak okunduğunda görülecektir ki Resul kelimesi geçen yerlerde ayet okumaktan bahsedilir, Nebi kelimesi geçen yerlerde özel hayattan bahsedilir."Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan onun risaletini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni korur insanlardan. Şüphesiz ki Allah kafirler kavmini hidayete ulaştırmaz." [5/Maide Suresi 67] ayetinde Resulün ayetleri tebliğ etmesi istenir.
Hz. Muhammedin nebi vasfı tıpkı öğretmenlik vasfı gibidir. Yemek yerken de, uyurken de nebidir ama vahiy alınca onu duyururken resul olmaktadır. Bu yüzden allah ve Resulü ifadesinin anlamı "Allahın resulü ile duyurduğu ayetler" anlamına gelmektedir. Böyle olduğuna dair diğer delilimiz şu ayettir: "..Rabbimiz! Bize bir RESUL göndermiş olsaydın böylece senin AYETLERİNE tâbi olur ve müminlerden olurduk" [28/Kasas 47]
Kasas 47 ayette insanlar bir bahane sunamasın diye elçi gönderildiği ve ahiret hakkında bilgi verildiği söylenmektedir. Eğer peygamber gönderilmeseydi bu sefer "Resul göndereydin Ayetlerine uyaydık" diyecektik. Resul geldiği halde ayetlere uymayanlar ise cehenneme gitmeyi hak etmiş oluyorlar.
Başka bir ayette ise Allah ve Resulü ifadesinin iki ayrı kaynak olarak anlaşılamayacağının en net örneğini görüyoruz. "Bu Allah ve resulunden bir uyarıdır, Müşriklerden ahd aldığınız kişilere" [9/Tevbe 1] ayetinde bir tane uyarı gelmiş olmasına rağmen "Allah ve resulunden uyarıdır" denmiştir. Eğer Allah ve resulü ikilem yapıyorsa bu ayeti gören mekkeli müşriklerin şöyle sormaları gerekirdi: "Bu ayet Allahın uyarısı ise resulün uyarısı nerede? Haydi bir hadis söyle de senin uyarını da bilelim" demeleri lazımdı lakin ne müşrikler böyle dediler nede bu ayeti gören sünniler Resulün uyarısını hadislerde aradılar. Herkes bildi ki bir uyarı geldi ve bu uyarı resul tarafında duyurulduğu için Allah ve resulunden denildi.
Bir de Nebi kelimesi geçen ayete bakalım. Peygamberimiz eleştirilirken Nebi kelimesiyle hitap edilmiştir. Bu eleştiri "Ey Nebi, hanımlarının rızasını gözeterek, Allah'ın sana helâl saydığı şeyi niçin kendine haram kılıyorsun? (Tövbe edersen) Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet sahibidir." (66:1) şeklinde olmuştur. Bu ayet Resul ve nebi farkını anlamak için güzel bir örnektir. Nebimiz hanımlar arasında çıkan bir kıskançlık sebebiyle bir içeceği kendine yasaklamış, bunun üzerine "Ya eyyuhan nebiyyu: Ey nebi" diyerek başlayan ayet inmiştir.
Ayet duyurmaktan bahsedilirken "Ey Resul" hitabı, kişisel meselelerden bahsedilirken "Ey Nebi" hitabı görmekteyiz. Bunun sebebi peygamberimizin günlük yaşamında Nebi olması, ayet duyururken resul olmasıdır. Nebilik meslek, resullük görevdir. Örneğin bir öğretmen evindeyken de öğretmendir ama okulda ders verirken görevini yapmış olur. Peygamberimiz de günlük hayatında nebidir ama inen ayetleri yayarken Resul olur.
Sıradaki örneğimiz hadislerden olacak, hadislerden bile Allah ve resulünün iki ayrı hüküm kaynağı olmadığını anlamak mümkündür. Halkı dinleyerek toplanan hadislerin arasında öyle bir hadis var ki yukarıda verdğimiz örnekleri destekliyor ve Kuranla uyumlu hadisler listesine giriyor.
"Adiyy ibnu Hatim'den naklen: ''Bir kimse Resulullah'ın yanında hutbe yaptı ve ''Her kim Allah'a ve Resulune itaat ederse doğru yolu bulmuştur. Her kim bu ikisine asi olursa sapıtmıştır.'' dedi. Bunun üzerine Resulullah "Sen fena bir hatipsin. (tesniye yapmadan) ‘Kim Allah ve Resulune asi olursa’ demelisin" buyurdu. [Müslim: 7/Kitabul Cumua, Bab: 13, No: 48]
Sahihi Müslimde geçen bu olay, Allah ve resulü çarpıtmasının tam peygamberimiz zamanında başladığını göstermektedir. Asrı saadet döneminde bile "Allah ayrı hüküm verir, resul ayrı hüküm verir" anlayışı baş göstermiş lakin peygamberin hayatta olması sebebiyle bu yanlış düzeltilmiştir. Böylece farklı fırkaların farklı kaynakları peygambere isnad edilmemiş ve aynı dinden insanlar birbirini tekfir edecek hale gelmemiştir. Örneğin Mısırda yaşayanlar sünni kaynaklarını kabul etmeyen Kuran müslümanına kafir derken, İranda yaşayanlar şii kaynaklarını kabul etmeyen kuran müslümanına kafir demektedir. Bu tam anlamıyla şeytanın başarısıdır, müslümanlar arasına hadis isimli bir fitne unsuru sokmuş, bununla da kalmayıp ikinci vahiy ilan ettirmiştir. (Bak: İkinci vahiy iddiasına cevap)
Buraya kadar işin mantığını kavramış bulunuyoruz. Bu hakikatleri bilmeden ve bağlantılı ayetleri birlikte okumadan müslüman olanlar ise "Allah ve Resulü" ifadelerini görünce "demek ki Allaha uymak için ayetlere, resule uymak için hadislere itibar etmeliyiz, Buhari ve müslim olmasaydı resule uyun ayetleri havada kalacaktı" diyerek yanlışa düşüyorlar çünkü bu kitapları yazanlar Resulün hakkın rahmetine kavuşmasından 160 yıl sonra ortaya çıktılar. Ne sahabeleri gördüler nede tabiin alimlerini. Dinimizi yayanların hiç birisini görmedikleri gibi onun hakkında kulaktan kulağa söylenen şeyleri ona isnad etmişlerdir. Bu isnadın neticesinde islam ümmeti fırkalara ayrılmış ve aynı dinden olan insanların birbirini tekfir etmesine, arkasında namaz kılmamasına yol açmıştır. O kadar çok mezhep çıkmıştır ki kavga bitsin diye incillerin dörde düşürülmesi gibi mezhepler de dörde düşürülmüştür.
Allah ve resulü çarpıtmasına kapılıp gidenler sadece Kuran okumadan müslüman olan halk tabanı değildir. Üniversite bitirmiş ve 30 yılını hocalık yaparak harcamış kişiler bile bu basit ayrımı görmezden gelerek halkı iki kaynaklı, iki kutsallı, iki ilahlı bir dine davet edebiliyorlar. Oysaki "Allah hükmüne kimeyi ortak etmez" diyen ayetler dururken ilim sagibi insanların bu yanlışa düşmüş olması bir gerçeği gözler önüne seriyor. O gerçek göz perdesi ve Kurana gerçek imanda zafiyet.
Kurana iman etmek demek; onu belden yukarı tutmak, öpüp alnına koymak, telaffuz ederken ağlamaya çalışmak değildir. Kurana iman etmek, onun içeriğinde yazan şeyleri hayat görüşü olarak benimsemek ve ona zıt olan şeylerden yüz çevirmektir. Örneğin bir konuda "şu iş şöyledir" deniyorsa "ama hadis öyle demiyor, bu ayeti hadislere göre anlamalıyız, ayet tek başına yeterli değil" demek Kurana imanda sıkıntı olduğunu gösterir. Allah bir şey diyorsa artık onun sözünün üzerine kimse başka söz söyleyemez. Ayet 2 + 2 = 4 eder diyorsa "ama hadis 5 eder diyor, biz peygamberden iyi mi bileceğiz, ben 2 + 2 = 5 eder olarak inanacağım çünkü hadislerde böyle yazıyor" demek bir mü'mine yakışmaz. Halbuki bu kişi "Kuran için canım feda olsun, bir harfini öğretene 40 yıl köle olurum" gibi duygusal şeyler söylüyor olabilir ama örnekte görüldüğü gibi "Ayet öyle diyor ama, Allah böyle demiş ama, Kuranda böyle yazıyor ama.." diyerek sürekli bahaneler bulmak henüz Kurana iman etmemiş olduğunu yani islama giriş aşaması olan müslümanlıkta kalmış olduğunu gösterir. (Bak: Müslüman ve mümin farkı)
Kurana iman eden bir kişi öncelikle "Her şeyi açıklayan kitap" (16/89) ayetine de iman eder. Bu ayet dururken "her şeyi açıklıyorsa niye şu yok, niye bu yok" diyerek itiraz etmez. Birşeyin Kuranda olmaması onun serbest olduğu, aklederek bilineceği, geleneksel olarak doğru geldiği içindir. Birşey Kuranda yoksa onun hakkında dini hüküm aramaya da gerek yoktur. Örneğin en basitinden "kan abdesti bozar mı" sorusu bile Kuran okunmadan müslüman olunduğunu göstermektedir. Çünkü Kuran okunsaydı "salata kalkınca yıkayın..." diyerek her namaz öncesi abdest alınması gerektiği görülecekti ve abdest risalesi gibi abuk subuk kitaplara gerek kalmayacaktı.
Kuran müslümanlığı nedir?
Kuran müslümanlığı ifadesi ilk önce Kuran okumuş ve inancını Kurana göre şekillendirmiş kişiyi ifade eder. Kuran müslümanları hadislere tarihsel veri olarak bakarlar ve "yalan söylediği görülmemiş" diyerek kitap yazanlara güvenip onların nakilleriyle imanını şekillendirmezler. Akıllarında Allah kelamı olduğu için bir iddia gördüklerinde hemen ilgili ayetleri hatırlayıp konunun doğrusunu anlatırlar. Böylece sahabeler gibi davranmış olurlar.İlk önce hadis, sünnet, mezhep öğretileri ile beynini dolduranlar ise Kuran müslümanı ifadesini duyunca sanki limon yalamış gibi surat ekşitirler. Çünkü sünniler için Kuran müslümanlığı şerdir, fitnedir hatta Kuran müslümanı olanlar dinden çıkmıştır haşa ve kella. Bir dinin kutsal kitabına uyunca dinden çıkılıyor ise hangi dinden çıktı diye sormak gerekir. O nasıl bir dinmiş ki Allahın indirdiği kitaba uyunca çıkılıyor. Olsa olsa şeytanın müslümanları Kurandan uzak tutmak için çıkardığı uydurulmuş dindir.
Birkaç tane kendini bilmezin iddiaları sebebiyle Kuran müslümanlığını kötülemek genelleme yapmak hatasıdır. İstisnalar kaideyi bozmaz sözündeki gibi Kuran müslümanı olduğunu iddia ederek namazı, orucu, haccı inkar edenler çıkmış ve sünnilerin diline düşmüşlerdir. Bunun sonucunda halk ise çocuklarına ve arkadaşlarına "Kuran müslümanlığı diye birşey çıkmış, Kurana uyunca sapıtıyormuşsun, aman sen Kuran okuma yoksa dinden çıkarsın" gibi absürt tebliğler vermiştir. Nasıl bir kutsal kitapmış ki kendisine tabi olanları dinden çıkarıyor?
Kuranın öyle bir özelliği vardır ki kendisini okuyan salih ise hidayeti artar, zalim ise sapıklığı artar. Dolayısıyla Kuran okuyunca hidayetiniz artıyorsa ve gözünüzdeki perdeler kalkıyorsa gece namazı kılıp şükretmeniz gerekir. Lakin Kuran okuyunca "bu nasıl din, böyle din mi olur" diyorsanız ilim seviyenizin artmasını beklemelisiniz. Nitekim Kuranla tanışan bazı müslümanlar "böyle din mi olur, hiç bu zamana kadar duyduklarıma benzemiyor" diyerek şaşırabiliyorlar. Oysa bu şaşırma normaldir çünkü kafa yapımız kulaktan dolma bilgilerle şekillenmiştir. Mümin olmak için kafa yapımızın ayetlerle şekillenmesi gerekir. O zaman görülecektir ki herşeyin mantıklı olanı aslında Kuranda yazanı gibidir ve bizim kafa yapımız çok düşük seviyelerde kalmıştır.
Son
Burada verdiğimiz örnekler "resul ne verdiyse alın" ayetinin Kuran hükümlerine uymak olduğunu anlamak için yeterlidir. Halen aksini iddia edenler ise ikilem yaparak çok tanrılı bir din icad etmiş olurlar. "Allah ayrı hükmeder, resul ayrı hükmeder" demek iki tane ilah var demektir ve "la ilahe illallah: Allahtan başka ilah yok" şehadetinin anlamını idrak edememektir.Resule uymayı bağlamından koparıp kişiye göre değişen sahihlere davet edenler ise mekkeli müşriklerin "Bize başka kuran getir yada bunu değiştir" demesi gibi davranmış olurlar. "Onlara ayetlerimiz apaçık belgeler olarak okunduğu zaman, bize kavuşmayı arzulamayan kimseler dedi: ‘’Bize bundan başka bir Kuran getir yada onu değiştir’’ Deki: ‘’Onu kendi nefsime göre değiştirmem olmaz. Sadece bana vahyolunan şeye tabi olurum. Rabbime isyan edersem, büyük bir günün azabından korkarım." [10/Yunus Suresi 15] ayeti peygamberimizin Kuran dışına çıkmadığını, hadis istediğine karşı kurana davet ettiğini göstermektedir.
Sünnilerin "Kuran yeterse bana namazı göster" iddiasına cevaplar için "bana namazı göster" yazımızı okuyabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?