Kuran müslümanlığı hakkında bilgiler

Hadisler ikinci vahiydir iddiasına cevaplar!

hz muhammed
Kendini islama nispet eden sünni isimli bir grup var ki her sohbetlerinde Kuranın yetersiz olduğunu, hiçbir konuyu açıklamadığını, peygamberin elçi değil hüküm koyucu olduğunu, hadislerin rehber olması gerektiğini, hadislerin de vahiy olduğunu kabul ettirmeye çalışıyorlar. Hatta bu şekilde inanmayıp dinini Kurandan öğrenenleri dinden çıkmakla itham ediyorlar. Nasıl bir din ki kutsal kitaba uyunca mürted olunuyor? Bu şekilde ithamlar ile müslümanları tekfir edenlerin hem cahil, hem algısı kapalı, hem de ahlaksız ağzı bozuk kişiler olduğunu görüyoruz. Sanki saçmalamak için para almışlar gibi akılsız mantıksız izahlara rastlıyoruz. Böyle kişilerle tartışmak da vakit kaybı ve kendine hakaret oluyor haliyle. Lakin kandırdıkları insanları aydınlatmak için cevap vermek gerekiyor yine.

Sünnilerin ikinci vahiy iddiasının temelinde Kurandaki Allah ve Resulü ifadesinin çarpıtılması, Nebi ve Resul farkının bilinmemesi yer almaktadır. Resullük yani risalet bir görevdir, Nübüvvet yani nebilik ise bir makamdır. Bir öğretmen evindeyken de öğretmendir ama okula gidince görevini yapmış olur. Hz. Muhammed de uyurken de nebidir ama ayet gelince onu duyururken resul olur.

#Elçinin görevi nedir?

Resul elçi demektir. Elçinin görevi aldığı mesajı muhatabına ulaştırmaktır. Padişahtan aldığı fermanı gideceği yere ulaştırır ve “elçiye zeval olmaz, bunlar padişahın sözleridir” der. Elinde yazılı belge olarak fermanı okur. Elindeki fermana hiçbir ilave veya eksiltme yapamaz. Aksi halde kendini padişaha ortak koştuğu için suçlu bulunacak ve idam edilecektir.

Aynı örnek dinimiz için de geçerlidir. Kainatın padişahı olan yüce Allah, Resul/elçi olarak seçtiği kişilere vahyeder. Bu vahyi insanlara ulaştırma görevini layıkıyla yapmalarını ister.

"Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan onun risaletini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni korur insanlardan. Şüphesiz ki Allah kafirler kavmini hidayete ulaştırmaz." [5/Maide Suresi 67]


Elçiler mesajı muhatabına ulaştırmakla görevlidir, mesaja ilave de yapamazlar eksiltme de yapamazlar. Bu eksik olmuş ben tamamlayım diyemezler, bu fazla olmuş halkın tepkisini çekmeyelim deyip eksiltemezler. Aksi halde elçilik görevini yapmamış olurlar. Allahın elçisi böyle yapsaydı şah damarı kesilirdi.

“Eğer o, bize karşı bazı sözleri uydurup söylemiş olsaydı. Muhakkak onu kuvvetle yakalardık, Sonra onun can damarını elbette keserdik.” (69/ Hakka suresi 44-46)


Padişah fermana ilave yapan elçiyi idam ediyor, yüce Allah fermana ilave yapan elçinin can damarını kesiyor. Bir padişah bile hükmünde ortak istemezken yüce Allah da hükmüne kimseyi ortak etmez. "...Hükmüne kimseyi ortak etmez." (18/Kehf 26) Hükümlerini kutsal kitap olarak karşımıza çıkarır. Müslüman olmak isteyenler de bu kutsal kitabı okuyarak dini öğrenmiş olur.

Eğer Kutsal kitap dışında vahiy olsaydı gayrimüslimler de dini öğrenemezdi. Bir japon gelse ve islamı öğrenmek istiyorum dese, eline Japonca Kuran meali verirsiniz öğrenmesini sağlarsınız. Lakin başka vahiyler de var derseniz; sünniler çıkacak “bunlar bizim ikinci vahiy kitaplarımız” diyecek, şiiler çıkacak “hayır onlarınki değil bizimki ikinci vahiy” diyecek. Sufiler çıkacak “ Kuranı da Sünniliği de Şiiliği de bırakın, İbni arabiye inen kitabı okuyun” diyecek, Rumiler çıkacak “siz bir de mevlanaya inen kitabı görün” diyecek. Müslüman olmaya gelen japon adam kaçıp gidecek. Halbuki tek vahiy Kuran olsa ki öyledir, gayrimüslimler dini kolayca öğrenebilirler.

#Resule uymak nasıl olur?

Kurandaki “Resul ne verdiyse alın, resule uyun” ayetlerinin tümü yeni inen ayetleri itiraz etmeden kabullenin, içinize sindirin” demektedir. Resul ne verdiyse almak, 160 - 200 yıl sonra yazılan rivayet/söylenti kitaplarından değil yeni inen ve sosyal hayatı şekillendiren Kuran hükümlerinden bahsetmektedir.

Müşrik bir topluma yeni hükümler gelmesiyle bazı insanlar sinirden parmaklarını ısırmışlar, bazıları ıslık çalıp el çırparak gürültü yapmışlar, bazıları da çeneleri üzere secde etmişler/ itiraz etmeden kabul etmişlerdir. İşte Resule uyun emri “siz müşrikler gibi itiraz etmeyin, hoşunuza gitmese bile yeni ayeti kabul edin” anlamına gelmektedir. Nitekim Resule uymanın ayetlere uymak olduğuyla ilgili apaçık deliller mevcuttur. Örneğin;

Şayet onları ondan önce (Kuranı indirmeden) bir azap ile helak etseydik elbette şöyle derlerdi: "Rabbimiz! Keşke bize bir RESUL gönderseydin AYETLERİNE uysaydık, şu rezil duruma düşmeden önce." (20/Taha suresi 134)


20:134 ayetinde Resul göndermek ve ayetlere uymak kelimeleri önemlidir. Müşrikler bile bilir ki Resul geldiyse ayet getirecektir. Nitekim bu müşrikler kendilerine gelen Allah ve Resulü ayetlerini de ikilem olarak anlamamış, hiçbir zaman “bu ayet Allahın hükmü ise senin hükmün nedir? Bize hadis söyle” dememişlerdir. Örneğin;

“Bu Allah ve Resulunden bir uyarıdır, anlaşma yaptığınız müşriklere” (9/ Tevbe suresi 1)


9:1 ayetinde bir uyarı gelmiş olmasına rağmen “Allah ve resulünden” denmiştir. Eğer Allah ve resulü ifadesi iki ayrı hüküm kaynağı olsaydı, burada müşriklerin sorması gerekirdi: “Ey muhammed, bu ayet Allahın uyarısı ise senin uyarın hangisi? Kuran dışında bir hadis söyle de senin uyarını da öğrenelim çünkü Allaha uymak için Kurana, resule uymak için senin hadislerine uymalıyız” demediler.

Allah ve resulü ifadesinin iki ayrı hüküm kaynağı olduğunu zannetmek daha sonraları ortaya çıkmıştır. Hatta bununla ilgili Kuranla uyumlu bir hadis bile vardır. Adamın birisi tesniye/ikilem yapmış, peygamberimiz ise uyarmıştır. Lakin bu gerçeği haykıran hadisi Sünnilerden duyamazsınız çünkü işlerine gelmediği için dile getirmezler.

"Adiyy ibnu Hatim'den naklen: ''Bir kimse Resulullah'ın yanında hutbe yaptı ve ''Her kim Allah'a ve Resulune itaat ederse doğru yolu bulmuştur. Her kim bu ikisine asi olursa sapıtmıştır.'' dedi. Bunun üzerine Resulullah "Sen fena bir hatipsin. (tesniye yapmadan) ‘Kim Allah ve Resulune asi olursa’ demelisin" buyurdu. [Müslim: 7/Kitabul Cumua, Bab: 13, No: 48]


Hadislerde bile Allah ve resulü ifadesinin iki ayrı hüküm kaynağı olarak anlaşılmaması gerektiği geçiyorken, 1400 yıl sonra sünniler çıkıyor ve “Allah ayrı hükmederi resul ayrı hükmeder, Allahın hükmü Kuranda, Resulün hükmü hadislerde” diyerek iki ilahlı bir din çıkarıyorlar. Bu hadislere ikinci vahiy diyerek de kitap yazarlarını rab ediniyorlar.

#Rab edinmek nedir?

Rab edinmek; bir kişinin tüm sözlerini kabul etmek, hata yapacağına ihtimal vermemek, görüşlerini Allahın emri gibi kabul etmek, sorgusuz sualsiz itaat etmektir. Rab edinmeyi Elmalılı hamdi yazır güzel açıklanmıştır:

"Herhangi birini rab edinmiş olmak için ona rab adını vermiş olmak şart değildir. Allah'ın emrine uygun olup olmadığını hesaba katmadan, onun emrine uymak, özellikle dinin hususlarına ait konularda onu kural koymaya yetkili sanıp ne söylerse neyi emrederse doğru kabul etmek, ona uyduğu zaman Allah'ın emrine ters düşeceğini düşünmeden hareket etmek, onun emrini taparcasına yerine getirmek, onu rab edinmek ve tapmak demektir. [Elmalılı Hamdi Yazır, Hak dini kuran dili, Cilt 4, sayfa 318, zehraveyn yayıncılık]


Elmalılı hamdi, Tevbe 31.ayeti tefsir ederken Rab edinmeyi böyle açıklamıştır. Tevbe 31.ayette Ahbarları/Yahudi alimleri ve Ruhbanları/Hristiyan alimleri ve isa peygamberi rab edinenlerden bahsedilir. Alimlerin görüşlerini sorgusuz kabul ettikleri için farkında olmadan rab edinmişlerdir. İşte aynı durum günümüzde de yaşanmaktadır. Eskiden yaşamış rivayetçiler, mezhepçiler, evliyalar hatasız kabul edilerek her söyledikleri ayet gibi görülmüştür. Tabi adı geçen alimlerin gerçekten o görüşte olduğunu da bilemeyiz. Kutsal kitapları değiştirenler islamı bozmak için alimlerin kitaplarını da değiştirmiş olabilirler. Nitekim İmamı Azam Ebu Hanife gibi akılcı/rey ehli, hadisçiler tarafından dışlanan bir alimin sünni olması düşünülemez. Muhtemelen Hanefiliği onun talebeleri kendi görüşlerini katarak kurmuşlardır.

Sorgusuz sualsiz kabul etmemiz gereken tek kaynak Allahın kitabı Kuranı kerimdir. Böylece Allahı rab edinmiş oluruz. Eğer rivayet kitaplarına da vahiy dersek ve sorgusuz itaat istersek bu sefer kitap yazarlarını rab edinmiş oluruz. Gazeteci gibi çalışıp halkı dinleyen ve kitap yazan hadisçiler, o dönemin inançlarını, dünya görüşlerini, hikayeleri peygamber sözü zannedip yazmışlardır. Sahihi Buhari demek Buharinin sahih dedikleri demektir, Sahihi Müslim demek Müslimin sahih dedikleri demektir. Durum böyleyken hak ve batılın iç içe geçtiği kitaplara ikinci vahiy denemez.

#Hadislerin dindeki yeri nedir?

Hadisler (Türkçesiyle sözler) peygamberin vefatından 160 - 200 yıl sonra yazılmıştır. Horasan bölgesinden Medineye gelen Buhari, müslim, tirmizi, Ebu davud, hanbel gibi kişiler halkı dinlemişler ve yüzbinlerce hikayeden dilediklerini seçmişlerdir. Buharinin 600.000 hikayeden 7.300 tanesini beğenip yazdığı söylenir. Müslim de bir o kadar dinleyip beğendiklerini yazmıştır. Diğer kalanları ise çöpe atmışlardır. Böylece ortaya kişiye göre değişen sahihler ortaya çıkmıştır. Sonra "Buhari ve Müslimin ittifak ettikleri hadisler" diye kitap basmışlardır. Peki ittifak etmedikleri ne demek? Buharinin sahih dediğine müslim uydurma demiş, müslimin sahih dediğine Buhari uydurma demiş ve yazmamıştır. Hiçbir hadis %100 sahih değildir yani peygamberin ağzından çıktığı kesin değildir. Kuranla uyumlu güzel hadisler bile %60 sahih olabilir. Durum böyleyken söylenti kitaplarına ikinci vahiy demek, hem yeni kutsal kitaplar uydurmaktır, hem de allahtan başka rabler edinmektir.

Hadis usulü, sahih, hasen, mevzu, garib gibi ifadeler hadisçilerin "güvenilir kişi nakletmiş" analizi yapmak için uydurduğu terimlerdir. Nice akla zarar uydurma hadisler bu hadis usulü ile sahih damgası yemiştir. Ne Kurana uygunluk ne akla mantığa uygunluk aramayıp sadece nakleden güvenilir mi diye baktıkları için islam dünyasını geri bırakmışlardır. Hatta "ayeti keçi yedi Kuran eksildi" diyecek kadar ileri giden iftiralara bile sahip çıkmışlardır. (Bak: Hazreti keçi ayeti yedi)

Sahabeleri gören Tabiin alimi olan Hasan Basri, emevilerin kadercilik yaparak dini bozma girişimine karşı yazdığı reddiyede her cümlesini ayetle destekleyerek o dönemde Kuran Müslümanlığının yaygın olduğunu ispatlamıştır. Sahabeler ve tabiin Kuran Müslümanıyken emevilerden sonra hadisçilik Sünnilik baş gösteriyor. (Bak: Kader risalesi)

#Dini hükümler Kuranda yer alır

Yüce Allah “Ey Muhammed, bu ayetler benim hükümlerimdir, sen de hadis olarak hüküm ver, benim hükümlerimi Kurana ekle, senin hükümlerini sözlü aktar, aslında senin hükümlerin de benim vahyim ama Kurana eklemeni istemiyorum, çünkü kalın bir kitap olmasından korkuyorum” demez. Defalarca tekrar edilen aynı ayetler varken, “Allah yer sıkıntısı çekti, kitap kalın olur diye bütün hükümleri Kurana eklemedi” demek herşeyi açıklayan kitap ayetlerini inkar etmektir.

“..Kitabı sana herşeyi açıklayan; Müslümanlara hidayet, rahmet ve müjde olarak indirdik.” (16/Nahl 89)


Herşeyin açıklanmış olması demek Kuranın emir ve nehy bakımından eksiksiz olması demektir. Bir kitap herşeyi açıklayan iddiasıyla karşımıza çıkıyorsa din için gereken herşeyden bahsedildiğini anlayabiliriz. Aksi halde “herşeyi açıklıyor ama şu hüküm yazmıyor, onu da ikinci vahiyden öğreniverim canım, peygamberi boşuna mı yolladık keratalar” demiş olacaktır haşa. Böyle bir çelişkiyi yüce Allah savunmaz lakin Sünnilerin tam olarak söylediği budur. “Peygamberi postacı olsun diye mi yolladı, ne demek hükümde ortak değil” derler. Bu sözleri bizzat Allah’a isyandır. Allah “hükümde kimseyi ortak etmem çünkü tek ilah benim” diyecek, sünniler “olur mu yarabbi, peygamber de senin ortağın, o da senin gibi hüküm koyabiliyor ama onu da sen vahyediyorsun” diyecek, olacak şey mi bu? Bu tıpkı Mekkeli müşriklerin hac yapmasına benzemektedir. Mekkeli müşrikler hacı olurken “Ya şerike leke lebbeyk” senin hiçbir ortağın yok dedikten sonra “ancak bir ortağın var onu da sen tayin ettin” diyerek iftira atarlarmış. Tıpatıp aynı iftira günümüzde devam etmekte, elçi Allahın ortağı ilan edilmektedir.

#Nesh edilen ayetler

Müslümanları ilgilendiren konular kutsal kitap olarak iki kapak arasında toplanmıştır. İlgilendirmeyen geçici konular ise yine ayet olarak inmiş lakin nesh edilmiş ve Kurandan atılmıştır. Sünnilerin ikinci vahye delil olarak gösterdiği konular ilk önce ayet olarak inmiş sonra zamanı geçtiği için Kurandan çıkarılmış ve unutulmuştur.

Örneğin kıble değişikliği konusu ikinci vahiyle değil, nesh ile olmuştur. Önce kudüsteki mescidi aksayı kıble yapan ayet gelmiş, daha sonra tekrar kabeyi kıble yapan Bakara 144.ayet gelmiştir. Yeni ayetin gelmesiyle eskisi nesh/iptaledilmiş ve Kurandan atılmıştır.

“Bir ayeti nesh edersek veya unutturursak ondan daha hayırlısını veya benzerinin getiririz. Bilmez misin Allahın herşeye gücü yeter.” (2/Bakara 106)


Peygamberimiz hayattayken nesih işleri tamamlanmış ve kıyamete kadar geçerli olacak son halini almıştır. “..bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım..” (5:3) diyen ayet artık Müslümanlara gerekli olan bilgilerin tamamlandığına dikkat çekmiş, bu ayeti gören sahabeler ise “artık Kuran tamamlanıyor, ne güzel Allahtan cevaplar alıyorduk, artık kıyamete kadar bizimle konuşmayacak” diye üzülmüşlerdir.

Namazı nereden öğreneceğiz?

Peki hadisler ikinci vahiy değilse namazı nasıl kılacağız, haccı nasıl yapacağız, zekatı nasıl vereceğiz? Bu soruların cevabı da “hac bilinen aylarda” (2:197) ayetinde gizli. İslam dini ilk defa Hz. Muhammed ile başlamadığı için, Hz. Nuhtan beri aynı emirler (42:13) yürürlükte olduğu için geçmişte koskoca bir islam tarihi yatıyor. Hatta mekkli müşrikler bile Hz. İbrahimin yolunda olduklarını sanıyor ve kabenin bakımını yapıyor, gelenlere hizmet ediyorlar.

Namaz, oruç, hac, zekat hepsi biliniyordu. Bu yüzden “namazı kılın, zekatı verin” ayetleri geldiği zaman hiç kimse “namaz da neymiş, yuvarlanarak mı hoplayıp zıplayarak mı kılınıyor” diye sormadı. Zaten hadislerde bile namaz detayları pek yoktur. Sünnilerden duyacağınız şey “peygamberimiz ben nasıl kılıyorsam siz de öyle kılın, bana bakarak öğrenin demiş” derler. Yani gelenekle binlerce yıldır kılındığı gibi. "Ey meryem! Rabbine divan dur ve secde et. Ruku edenlerle birlikte ruku et." (3:43) emrini alan Meryem validemizin kıldığı gibi; kıyam ederek, ruku ederek, secde ederek. (Bak: Bana namazı göster)

Neden Kuran yetmez diyorlar?

Sünniler ne zaman Kuran yetmez deseler hep namazı, zekatı örnek verirler. Peki desek, namazı ve zekatı da hadisten öğreniverelim. Yeter mi? Yetmez, bununla kalmazlar, ne kadar akla ziyan hurafe varsa onu da dikte ederler. Mesela “ayeti keçi yedi diyeceksin çünkü Kuranda kadınları beline kadara gömüp taşlayarak öldürmeyi bulamıyoruz, kertenkele öldürmeye sevap diyeceksin saçma olsa bile sahih olarak sunuluyor kabul etmeliyiz, aklını kullanma din nakildir” derler.

Kuranda yoksa islamda yoktur deseniz, “ne demek islamda yoktur, hadislerde var, tevratta var” derler. Yani kendilerini Kurana göre düzeltmek yerine, dini hadislere göre eğip büküyorlar. Bunu yapma sebepleri de evvela hadis, sünnet, mezhep öğretileriyle bilinç altını kirletmiş olmalarıdır. İnsanlar ilk öğrendiği şeyi benimseyip sıkıca sarılırlar, ilk öğrendiğini bırakıp yeni bir şey öğrenince evden çıkıp bilmediği yere yolculuk yapıyor gibi korkarlar. İşte Müslümanlar da çocukluktan itibaren hadis, sünnet, mezhep öğretileriyle büyüdüğü için kendilerini Kurana göre düzeltmek yerine, dini sünniliğe göre çarpıtıyorlar. Böylece kutsal kitabı tahrif ediyorlar, ayetleri kırparak kendi uyduruk dinlerine delil gösteriyorlar. (Bak: Allah'a yaklaşma vesilesi)

Din anlayışını Kurana göre inşa etmeyenler eğer İranda doğsalardı şii olmakla övüneceklerdi, hindistanda doğsalardı ineğe tapmakla övüneceklerdi, Avrupada doğsalardı Hristiyan olmakla övüneceklerdi. Yani Müslüman bir ülkede doğmakla Müslüman olduğunu zannedenler; Sünnilik, Şiilik, selefilik, sufilik, rumilik, nurculuk, şuculuk buculuk gibi paralel dinlere kapılabiliyor. Bu paralel dinlerin ortak noktası ise peygamberi överek kendi görüşlerini kabul ettirmeye çalışması. Peygamberimiz ise Kurandan başka birşeye uymadı da çağırmadı da. Nebimiz 28:87 ayete tabi oldu.

Sana indirildikten sonra sakın seni Allahın ayetlerinden alıkoymasınlar. Rabbine çağır ve müşriklerden olma. (28/ Kasas Suresi 87)


Sonuç

İkinci vahiy iddiasına cevaplar vermeye çalıştık. Özetle şunu diyebiliriz ki; müslümanları ilgilendiren konular Kuranın iki kapağı arasında toplanmıştır. Kuranda emredilmeyen, yasaklanmayan şeyler Allahın emri değildir. Allahın emirleri sadece Kuranda yer alır. Müslümanları ırgalayan konular kutsal kitabımızda toplanmıştır. Hesap günü de Kurandan sorguya çekileceğiz. "Şüphesiz O (Kuran) sana ve kavmine zikirdir. İleride sorulacaksınız." (43/ Zuhruf 44) İleride/kıyamet gününde Kurandan hesaba çekilecek isek bu kitaptan başka kutsal yoktur. Hesap gününde insanlara "neden ayetlere uymadın, bu yaptığının şu ayete ters olduğunu bilmiyor muydun" diye sorulacaktır. Hesap gününde "neden sünnilerin ikinci vahyine, şiilerin ikinci vahyine uymadın" diye sorulmayacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?