Kuran müslümanlığı hakkında bilgiler

Kuran yeterse bana namazı göster diyenlere cevaplar!

Bana namazı göster
Bana namazı göster diyenlere delil sunduğumuz bu yazıda, kendi görüşlerini Kuranda arayan ve bulamayınca Kuran yetmez diyerek başka kaynaklara sarılan sünnilerin bütün iddialarına cevap vermeye çalışıyoruz. Sakin kafayla okuyunca ve Allahtan yana olunca anlayabileceğiniz yazımızı yıllar süren araştırmaların derlenmesiyle hazırladık, okuduktan sonra görüşlerinizi yorum olarak belirtmeyi unutmayınız.

Bana namazı göster

+Dincilik nedir?
+Tefsir nedir?
+Cehalet bahane değil
+Kafasına göre yorumlayanlar
+Mezheplerin yeri
+Muhkem ve muteşabih ayetler
+Kuranda namaz yok mu?
+Namaz ne zaman başladı?
+Hadislerde rekat sayısı
+Bilinçli suskunluklar
+Sünnet namazlar
+Şefaatçi edinmek
+Sağdan yanaşan tasavvuf
+Sonuç


#Dincilik nedir?

Doğduğu bölgede yaygın olan inancı benimseyerek kendini dindar olarak tanımlayan, çocukluktan itibaren öğretilen kulaktan dolma bilgilerle yetinen, din söz konusu olduğunda at gözlüğü ile bakıp ilk öğrendiği şeye sarılan, delil göstermeye çalışanlara karşı tavır alan, türlü bahaneler sunarak bir türlü Allahın kitabıyla tanışamayan bir kesim var ki yıllarca oldukları yerde sayıp duruyorlar. Bu kesim tabi ki mezhepçi sünnetçi dinciler. Öylesine dinden uzaklar ki Allahın resulü Muhammedin getirdiği ayetleri anlatınca peygamber düşmanı oluyorsun, Abdullah oğlu Muhammedin nasıl uyuduğunu, ekmeği nasıl tuttuğunu anlatınca peygamber aşığı oluyorsun.

Hem dinciler, hem de dinden uzaklar. Nasıl oluyor bu? Tabi ki “Biz Kuranı anlamayız, Kuranı anlamak için önce harekesiz arapça okuyabilmek lazım, önce siyer bilmek lazım, fıkıh ve fıkıh usulü okumak lazım, hadis ve hadis usulü okumak lazım, mezhep okumak lazım, matematik bilmek lazım, astronomi bilmek lazım, şu lazım, bu lazım..” diye uzayıp giden listeler ile yıllarca kendilerini Kurandan uzak tutuyorlar. Bu engelleri aşıp “hayır ben Allahın kitabını okuyacağım, sahabeler gibi ayetlerle muhatap olacağım” derseniz hemen “mealci sapık” damgasını yiyorsunuz. Kuranı anladığı dilde okuyanlar mealci sapık ise sahabeler neydi? Sahabeler de anladığı dilde okuyup ayetleri yaymaya çalışıyordu. Peygamberimiz de bugün yaşasaydı ilk yapacağı şey Kuranı farklı dillere tercüme ettirip meal okumaya teşvik etmek olacaktı.

Onu yabancı bir dilde Kuran yapsaydık elbette şöyle derlerdi: "Onun ayetleri izah edilseydi ya, arap olana yabancı bir dil mi?" Deki: "O iman edenler için hidayet ve şifadır" İman etmeyenlerin ise kulaklarında ağırlık vardır, o (Kuran) onlara körlüktür. Onlara uzak bir mekandan sesleniliyor gibidir. [41/Fussilet 44]


Hal böyleyken Kuran müslümanlığını şer olarak gören dinciler ise ne zaman bir delil işitseler hemen atağa geçip “bana namazı göster” diyorlar. Ne kadar hurafe deşifre etsek bile tek cevapları “Kuran yeterse namazı göster” oluyor. Biz namazı göstersek bile o hurafeleri bırakacaklar mı? Tabi ki bırakmayacaklar çünkü aklı kullanmaya başlayacak cesaretleri yok, zihinsel bir köleliği dindar olmak sanıyorlar. Akıllarını din büyüğü ilan edilen hoca efendilere teslim etmişler. Fıkıh, tefsir, mezhep gibi yüceltilen kişilerin görüşlerinden başkasına güvenmiyorlar. İnsan görüşlerinden oluşan fıkıh ve tefsiri Kuranın önüne geçiriyorlar. Ayet ve hurafe kıyaslaması gördükleri zaman ise "500 ayet getirseler kabul etmeyin" diyerek yine karanlıkta kalmayı seçiyorlar.

#Tefsir nedir?

Kuran tefsirleri bir alimin araştırma yaparak yazdığı kitaplardır. Sahabelerden sonra insanlar tefsir kitabı yazmaya başlamıştır. Yani ortada insanların kendi ilmi kadarıyla yazdığı kitaplar vardır. Burası önemli, hiçbir tefsir kitabı peygamberimiz yada sahabeler tarafından yazılmamıştır. Bunun sebebi Kuranın kendiliğinden tefsirli olmasıdır.

Elif Lam Ra! Bu kitap ayetleri sağlam kılınmış sonra hikmetli ve haberdar olan (Allah) tarafından kısım kısım açıklanmıştır. Allahtan başkasına kul olmayın diye böyledir. Şüphesiz ben size ondan gelen bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim. (11:1-2)


Hud 1 ve 2.ayetlerde Kuranı Allahın açıkladığı, peygamberimizin ise uyarıcı olduğu vurgulanır. Kuranın tefsirli olması demek, bir ayetin açıklamasını başka bir ayet yapıyor demektir. Bazen bir cümle sonrası açıklar, bazen de başka surenin içindeki bir cümle konuyu detaylandırır. Bu şekilde bağlantılı ayetler serpiştirilerek tefsir edilmiştir. Giriş, gelişme, sonuç şeklinde alıştığımız tarzda belli bir olay akışı yoktur Kuran üslubunda. Sadece Yusuf suresi giriş gelişme sonuç şeklindedir. Bu yüzden bağlantılı ayetleri bulup Kuranı anlamak sadece temiz akıl sahiplerine nasip olur.

Kuranın kendiliğinden tefsirli olduğunu bilmeyip meal okumaktan kaçınanlar ve meallere güvenmediği halde arapça öğrenmeye de yanaşmayanlar, insanların yazdığı tefsir kitaplarını Kuranın gerçek açıklaması sanıp inancını şekillendiriyor, böyle olunca da yazarın algısı kadar bilgi edinmiş oluyor. Eğer okuduğu kitap aklı başında, Kurana imanı tam olan, kafası iyi çalışan, Allahtan yana olan, doğruyu ve yanlışı ayırt edebilecek birisi tarafından yazıldıysa ne ala, onun yazdığı kitabı okumak ilim öğrenmek bakımından katkı sağlayabilir.

Ama ortada dolaşan öyle tefsir kitapları var ki okudukça dinden uzaklaştırıyor, ayetleri çarpıtıyor, alakasız yorumluyor, uydurma hadisleri delil gösteriyor. Bu çarpıtma dolu tefsir kitaplarını Kuranın gerçek açıklaması sanarak okuyanlar ise dini öğrendiğini zannederken aslında bir hocanın görüşlerini benimsiyor ve dinden uzaklaşıyor. Mesela tasavvufçuların yazdığı tefsirler evliya menkıbeleri ve uydurma hadislerle dolu, islamın şirk dediği ne varsa onu dinin şartı olarak sunuyorlar. (Bak: Ruhul furkan tefsiri) Sünnilerin yazdığı tefsir kitapları da köleci zihniyetlerin kaleminden çıkmış olduğu belli. (Bak: Mevdudi tefsiri) Şu halde dini öğrenmek için yapılacak tek şey Allahın ipine sarılmaktır (3:103), Allahın ipi ise vahiyden başkası değil.

“Vay efendim ne demek vahye sarılacağız, mealciler sapıtıyor, meal okuyanlar kendini ulema sanıyor, kafasına göre yorumluyor” falan filan.. diyenler ise kendi kendilerini vahiyden uzak tutuyorlar ve ömür boyu cehalete mahkum kalıyorlar. Tamda şu ayette bahsedildiği gibi davranıyorlar: "Onlar hem insanları ondan menederler, hem de kendileri ondan uzak dururlar. Böylece yalnız kendilerini mahvediyorlar, ama farkında değiller." (6/ Enam 26) Peki bu kişiler ahirette ne diyecekler? “Allahım senin yolladığın kitabı anlayacak kapasitem yoktu, belki de vardı ama hiç okumadım, anlamayı denemedim, sapıtanları örnek alıp vahyinden uzak kaldım, beni Kuranı anlamaya davet edenleri de yaftaladım, şimdi senin sözlerinden gafil kaldığım için pişmanım ama ne fayda, şimdiki aklım olsa dinimi Kurandan öğrenirdim, zira bu kitabı okuyalım diye yolladın ama biz türlü bahaneler ile uzak kaldık, anlayamayız dedik, zor dedik, bir yığın bahane uydurduk" diyecekler ve onlara şu ayetler gösterilecek.



Andolsun Kuranı öğüt için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mu?
(54:22)

Halen Kuranı iyice düşünmezler mi? Yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var? [47/Muhammed 24]

Böylece onu senin lisanınla kolaylaştırdık ki onunla sakınanları müjdeleyesin ve onunla direnen bir kavmi uyarasın. [19/Meryem 97]



Bu ayetler insanların anlayabilmesi için kolay anlatımlı indiğini, anlamayanların ise kendini hakikate kapatan inkarcılar olduğunu vurguluyor. Perdeyi kapatınca nasıl güneş odaya girmez ise "biz anlamayız" deyince de ilim kafaya girmez. Hasta olunca doktora gitmekle, musluk bozulunca tamirci çağırmakla, dindar olmak için dinstarlara gitmek aynı şey değil. Herkes dinini öğrensin de dinstarlar oluşmasın diye kutsal kitap iniyor, halk ilim sahibi olsun da din tüccarlarının eline düşmesin diye Kuran kolaylaştırılıyor. Kuranda din adamları hep eleştirilir, halkı sömürdüklerine dikkat çekilir. (9:34)

Zaten Kuran anlaşılmaz demek bir müslümanın diline dolayacağı laf değildir. Hatta "ben Kuranı anlayamam" demek kendine hakarettir, başkasına "sen Kuranı anlamazsın" demek karşısındakine hakarettir. Akıl sağlığın yerindeyse, gazete okuyup anlıyorsan, haber dinleyip anlıyorsan Kuranı da anlarsın. En azından ihtiyacın olan temel bilgileri öğrenecek kadar, şirk ve tevhidi ayırt edecek kadar, günahı ve sevabı öğrenecek kadar, hayatın anlamını kavrayacak kadar dinini öğrenirsin. Bu kadarı bile seni "bilmiyordum onun için şirke düştüm" bahanesinden kurtarır.

#Cehalet bahane değildir

Kaynak kitap inmişken "ben bilmiyordum, bunun şirk olduğundan haberim yoktu" deme bahanesi de kalmamıştır. "Kuranın inmesi diri olanları uyarması için ve kafirler üzerine azap sözünün hak olması içindir." (36:70) Bu ne demek? Kuran indiğine göre artık bahane sunamazsınız, uyarıldınız ve seçiminizi yaptınız demek. Hemen bağlantılı ayete bakalım: "...Size tezekkür edecek kişinin düşünüp taşınacağı kadar ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmişti. Öyleyse tadın, artık zalimler için bir yardımcı yoktur." [Fâtır Suresi 36-37] İşte okuyup titrememiz gereken bir ayet. Verilen ömürde ya doğru düzgün iman edersiniz yada cehennemi boylarsınız. Bu ayetler sadece inkarcılardan bahsetmiyor, dinini kutsal kitaptan öğrenmeyen herkesi kapsıyor.

Doğru düzgün iman etmek için tek yol Kuran okumaktan geçiyor. Şuculuk buculuk gibi fırkalar ise ömür boyu cahil bırakıyor. Adama dinini soruyorsun "şuculuğun buculuk mezhebinden, filanca tarikatın falanca kolundan, x cemaatten..." diye uzayıp giden bir şecere çıkarıyor. "Sünnilik dininin hanefilik mezhebinden, itikatta maturidi, amelde eşari, tarikatta rabbani, cemaatte nakşibendi..." diye uzayıp giden bölücü fırkalar sebebiyle aynı dinin mensupları birbirine düşman olabiliyor. Çocukların benim babam senin babanı döver demesi gibi tarikatlar da bizim şeyhimiz sizin şeyhinizden daha üstün, siz sapıksınız diyerek birbirini tekfir ediyor, birbirinin arkasında namaza durmuyorlar.

Her peygamber "toplumdaki müslümanların ilkiyim, şahit olun ben müslümanlardanım" derken günümüz dincileri bir türlü müslümanlığı yeterli görmüyor, şucu bucu olmakla övünüyor, kendi fırkasını cennetlik ilan ediyor. Bir müslümanın kendisini şucu bucu olarak tanıtması kadar abes birşey olabilir mi? Gençlerin popstarlara özenip şucu bucu olması gibi müslümanlar da dinstarlara özenip şucu bucu oluyorlar. Hem de "O dinlerini parça parça eden ve kendileri de değişik gruplara ayrılanlardan olmayın. Her grup kendi yanında olanla sevinmektedir." (30:32) ayetine rağmen. Tıpkı ayetteki son cümle gibi, her grup kendi fırkasıyla seviniyor ve cennetlik ilan ediyor. Siz hiç bizim fırkamız cehennemlik diyen birini gördünüz mü? Bütün fırkalar kendini cennetlik ilan etmiştir ve kendinden olmayanı cehennemlik görmektedir.

Bu kişiler ingilterede doğsalardı anne ve babası hristiyan olduğu için hristiyan olacaktı, Çinde doğsaydı anne babası budist olduğu için kendisi de budist olacaktı, Hindistanda doğsaydı anne babası hindu olduğu için ineğin karşısında eğilecekti, iranda doğsaydı anne babası şii olduğu için "şiilikten çıkan mürted olur" diyecekti. Durumun vehametini görebiliyor musunuz? İnsanlar doğduğu ülkede yaygın olan dini benimsiyor ve onunla seviniyor. Peki bizim şansımız müslüman ülkede doğmuş olmak mı? Hayır, müslüman denilen ülkelerde doğmak da cennete gitmeye asla yeterli değil. Hatta "onların çoğu şirk koşmadan Allah'a inanmaz" (12:106) ayetine göre Allaha inananlarda şirke düşme hastalığı yaygın oluyor. Şu halde çocukluktan itibaren öğretilen şeyleri bırakıp yeniden araştırmak gerekiyor. Araştırınca da karşımıza çıkan şey, peygamberler silsilesinin son halkası olan Hz. Muhammed ve ona inen son kutsal kitap oluyor. Ruhumuzun aradığı hayatın anlamı cevapları ve islam şeriatı Kuranda yer alıyor. Dini açıkladığı iddia edilen ve "sen kim Kuranı anlamak kim, al bunu oku" diyerek tanıtılan kitaplar ise insan görüşlerinden oluşuyor, başka dinlerin hükümlerini islama yamamaya çalışıyor, Tevbe 31.ayette bahsedilen din adamlarını rabler edinmeye yol açıyor.

Rab edinmeyi Elmalılı Hamdi Yazır çok güzel açıklamıştır: "Herhangi birini rab edinmiş olmak için ona rab adını vermiş olmak şart değildir. Allah'ın emrine uygun olup olmadığını hesaba katmadan, onun emrine uymak, özellikle dinin hususlarına ait konularda onu kural koymaya yetkili sanıp ne söylerse neyi emrederse doğru kabul etmek, ona uyduğu zaman Allah'ın emrine ters düşeceğini düşünmeden hareket etmek, onun emrini taparcasına yerine getirmek, onu rab edinmek ve tapmak demektir." [Elmalılı Hamdi Yazır, Hak dini kuran dili, Cilt 4, sayfa 318, zehraveyn yayıncılık] Bu açıklamayı dikkatli okursak hoca efendileri rab edinmenin eskide kalmadığını ve kıyamete kadar devam edeceğini de anlayabiliriz. Özellikle "onu kural koymaya yetkili sanıp" cümlesi tam olarak mezheplerden bahsetmektedir çünkü mezhepler kendini kural koymaya yetkili sanmaktadır.

Ulema denilen kişiler 30 yıl medresede ilim tahsil etmiş ve bir hadis için deve sırtında kilometrelerce yolculuk yapmış kişiler değildir. Ulemalar günlük 1 saat ayet okuyup düşünerek, dedikodu yapacaklarına Kuran kıssalarını anarak ilim sahibi olmuştur. Her sayfayı anlayarak okuyup geçtikleri için birkaç yıl sonra ilim ve hikmet bütünlüğüne ulaşmışlardır. Konuşmaları eskiye nazaran daha hikmetli olmuş, bir konudaki sözleri zanna dayalı değil delile dayalı olmuş, tartışmalarda akıl mantık ayet kullanarak üstün gelmişlerdir. İşte böyle davranan sahabeler sayesinde islam dini altın çağını yaşamıştır. Daha sonra emeviler döneminde bozulmalar başlamış ve günümüzde yaygın olan uydurulmuş dinin temelleri atılmıştır. Bu bozulmaya delil olarak Hasan Basrinin Emevi halifesine yazdığı kader risalesi okunabilir. Sahabeleri gören Hasan basri hazretleri, emevilere yaptığı reddiyede her cümlesini bir ayetle destekleyerek o dönemde Kuran müslümanlığının yaygın olduğunu kanıtlıyor, bugünkü tabirle mealcilik yapıyor.

Ayrıca bir müslümanın mealci olması kadar doğal birşey olabilir mi? Tabi ki anladığı dilde ayetleri kullanarak "bu konuda rabbimiz şöyle buyurmuş" diyecek ve bir anlamı da zikir olan Kuranı zikretmiş/hatırlatmış olacak. "Sen hatırlat çünkü hatırlatmak müminlere fayda verir" (51:55) ayetini uygulamış olacak. Meal gösterince kafasına göre yorumlamış olmayacak ve tebliğ yapmış olacak. Delil sunarak cevap vermek için meal okumaktan daha doğal ne olabilir? Bu aşamada "bana ayet okuma, armut gibi ayet sayıyorlar" diyen Kuransız müslümanlar olursa onlara da şu ayet okunur: "Kuran okunduğu zaman hemen susup onu dinleyin, umulur ki rahmete nâil olursunuz." (7:204) Sadece bu ayet bile mealci ithamının ne kadar yersiz olduğunu anlamaya yeterli. Yüce Allah Kuran okunurken susup dinleyin buyuruyor, bana ayet okuma diyenler bu ayete itiraz etmiş oluyor.

#Kafasına göre yorumlayanlar

Piyasada Kuran müslümanı gibi görünen ama kendi görüşleriyle dini bozmaya çalışan türedi tipler de vardır. Zaten sünniler de bu türedi tipleri görüp onların sözleriyle Kuran müslümanlığını kötülemektedir. Halbuki gerçek Kuran müslümanlığı onların iddialarından beridir.

İster hoca efendiler olsun, ister mavi yakalı veya beyaz yakalı olsun hiç kimsenin Kuranı kafasına göre yorumlaması pek mümkün değildir. Çünkü ayetler birbirini açıklar, iki elin parmakları gibi birbirine kenetlenmiştir, bir parmak açılırsa diğer parmaklar tutar. İşte ayetler de böyle birbirine kenetlenmiştir ve bir ayeti kafanıza göre yorumlasanız başka ayetin cevabıyla nakavt olursunuz. Örneğin;

1) Allah ve resulüne itaat edin ayetlerini gösterip "Allah ayrı resul ayrı hükmeder, dinde iki tane şeriat koyucu vardır, Allahın hükümleri ayetlerdir, resulün hükümleri hadislerdir" diyerek iki ilahlı bir din uyduran sünnilere "Bu anlaşmayı bozan müşriklere Allah ve resulunden uyarıdır" (9:1) ayetini göstermek yeterlidir çünkü tek uyarı gelmesine rağmen "Allah ve resulü" denmiştir. Eğer dinde iki şeriat koyucu olsaydı "Bu ayet Allahın uyarısı ise resulun uyarısı nerede" diye sormak gerekirdi. Halbuki kendileri de böyle birşey sormazlar. (Bak: Resul ne verdiyse alın çarpıtması)

2) Salat ayetini gösterip "islamda namaz yok destekleşme var, salat insanların birbirine yardım etmesidir" diyerek ibadetleri kaldıranlara insandan Allaha salat ayetlerini ve salat vakitlerini göstermek yeterli. (Bak: Kuranda salat çeşitleri)

3) Mucizeleri anlayamadığı için "Musa denizi yarmadı, gelgit olayı ile yol açıldı" diyenler de "sular dağlar gibi yükseldi" (26:63) ayetini göstermek yeterli. (Bak: Mucizeler)

4) Ahiret azabını çok şiddetli bulup "dünyada çektiğimiz sıkıntılar cehennem azabıdır, ahirette ateşte yanmak yoktur" diyenlere de ahiretle ilgili ayetleri göstermek yeterlidir. (Bak: Cehennemden çıkış yanılgısı)

5) Metafizik alemi göremediği için "cinler yabancı insandır, uçup kaçan yaratıklar yoktur" diyenlere de "göğe çıktık melekleri dinledik" (72:8) diyen ayetleri göstermek yeterlidir. (Bak: Cinler)

6) Ademden gelmektense maymundan gelmeyi tercih ederim diyen ve Ademe baba isnad edenlere ise "insanı ateşte pişmiş gibi kurutulmuş çamurdan yarattık" (55/Rahman 14) ayeti yeterli cevabı vermektedir. (Bak: Ademin yaratılışı)

Bu örneklerde görüldüğü gibi bir insanın Kuranı kafasına göre yorumlaması, çarpıtma yapabilmesi pek mümkün değildir. Kafasına göre yorumlayanların sözleri bir ayetle bile çürütülmektedir. Böylece önce kendilerini sonra cahilleri kandırabilirler. Böyle tahrifatçı kişiler hakkında şu ayet inmiştir: "Onlardan bir takımı Kitaptan okur gibi dillerini eğip bükerler ki Kitap'tan sanasınız. Ama Kitaptan değildir. "O Allah katındandır." derler, ama Allah katından da değildir. Allah'a karşı bile bile yalan söylerler. " (3:78) ayetinde kendisini dinleten hocaların cahilleri kandırma girişimine dikkat çekilir. "Arapça biliyorum, hafız oldum, hadis okudum, siyer okudum, fıkıh okudum" falan fistan diyerek kendini ulema gösterir ve uydurduğu cümlelerin Kuranda geçtiğini iddia eder. Bu kişiler kıyafet giymiş kütüklere benzetilmiştir (63:4), içi odundur ama dışındaki elbise ona itibar kazandırır. Mesela sakal uzatır, cübbe giyer, hoca efendi olarak karşımıza çıkarlar.

Tabi sadece hoca efendi görünümlü şarlatanlar değil, beğefendi görünümlü şarlatanlar da olabilir. Modernizm rüzgarına kapılıp dinin içini boşaltan söylemlerde bulunabilir. Yani sadece sözde Kurancılar değil, her grup kafasına göre yorumlama girişiminde bulunabilir. Özellikle mezhepler kafasına göre yorumlama konusunda çok başarılıdır. Mesela mezheplere en yaygın örnek olan "kan abdesti bozar mı" diye sorsanız;

KAN ABDESTİ BOZAR MI?
Hanefi: bana göre bozar.
Şafii: bana göre bozmaz.
Hanbeli: Bana göre bozmaz.
Maliki: Bana göre bozmaz.

Bu tabloya göre dini kafasına göre yorumlayanlara mezhepler de dahil. Yani Kuran okuyup dini öğrenmeye çalışanlar kafasına göre yorumluyor ise mezhepler de kafasına göre yorumlamıştır. Çünkü her konuda ihtilaf ederek çekişmişler, birbirini dışlamışlardır. Sonra da incillerin dörde düşürülmesi gibi mezhepler de dörde düşürülmüştür.

#Mezheplerin yeri

Mezhepler de tıpkı tefsir kitapları gibi insan görüşlerinden oluşur. Mesela bir adam çıkar, “ben ayetleri ve hadisleri ezberledim, kıyaslama yaparak görüş belirtecek ilim seviyesine geldim” deyip mezhep kurabilir. Ama adı geçen 4 mezhep alimleri bu şekilde bir mezhep kurmamışlar, mezhepler onların ölümünden sonra çıkarılmıştır. Hükümlere bakılınca ise bu mezhepleri islam düşmanlarının oluşturduğu çok net anlaşılmaktadır.

Mezhepler "kan abdesti bozar mı" gibi basit bireysel konularda görüş bildirmekle kalmamış, önemli yönetimsel konularda da hüküm koymaya çalışmıştır, işte sorun burada ortaya çıkmaktadır. Mesela bu mezheplere “namaz kılmayanların hükmü nedir” diye sorsanız hep bir ağızdan “3 gün içinde öldürülür” cevabı verirler. Baskı ve zulüm gibi konularda 4 mezhebin ittifak ettiğini görürsünüz. Söz konusu öldürmek, asmak, kesmek olduğu zaman tek ağızdan konuşurlar. Bunun hikmetini birazdan anlayacaksınız.

Hanefiler “üç günün sonunda namaza başlamazsa hapiste ölüme terk edilir” diyerek daha insancıl bir öldürme savunurken diğerleri asıp keserek öldürmeyi savunurlar. Başka örnek ise kadınlara çarşaf dayatması, cariye yapılıp tecavüz edilmesi ve zevk almasın diye sünnet edilmeleri, 9 yaşında evlendirilmeleri gibi sapkın hükümlerdir. (Bak: sünnilik ve islam farkı) Hatta mürted olanları yani dinden çıkanları bile öldürürler. Bunların din dediği de elbette Sünnilikten çıkmak, yani mezhepleri bırakıp Kurana uyarsanız “nasıl bizim gibi inanmazsın vay zındık” deyip öldürüyorlar. Tarih boyunca Kurana çağıranları en büyük düşman olarak görüp susturarak uydurdukları sözde şeriatı yaşatmışlardır. Hatta "ben kabak sevmiyorum" diyen adamı bile "peygamber kabak severdi, sen kabak sevmem diyerek dinden çıktın, cezan ölümdür" diyerek öldürmüşler. Halbuki adamın böyle bir niyeti yoktu, belki de kabağa alerjisi vardı. (Bak: Mürtedin hükmü) Bunlar hadis, sünnet, mezhep öğretilerini islamın kaynağı olarak görenler tarafından savunulur. Akıl mantık sahibi insanlara deli saçması gelen bu şeyler sünnilik inancının baş yapıtlarıdır. Yani aklı başında bir müslümanın sünniliği veyhut diğer şuculuk buculuk fırkalarını benimsemesi mümkün değildir.

Gelelim bu mezheplerin adı geçen alimlere isnad edilmesine. Aklı ön plana çıkardığı gerekçesiyle dışlanan bir alim olan Ebu Hanife sizce “namaz kılmayanı öldürün, kadınları cariye yapın insan haklarını çiğneyin, çarşaf giymeye zorlayın, bizim gibi inanmayanları öldürün” gibi baskı ve zulüm savunur mu? Bunları taliban, boko haram, ışıd gibi terör örgütlerinde görürsünüz. Bu terör örgütleri gücü ele geçirince ilk yaptıkları şey insan hakları ve özgürlükleri yok etmek, insanları zihnen ve bedenen köleleştirmek oluyor. Peki bu baskı ve zulümler nasıl olur da Reyci / akılcı diye dışlanan Ebu Hanife'ye isnad edilebilir? Demek ki mezhepleri hak ilan edenler dinden tiksindirmek için alimlerin isimlerini kullanarak mezhep kurmuşlar. İncillerin dörde düşürülmesi gibi mezhepleri de dörde düşürüp kendi hükümlerini din yapmaya çalışmışlar. Kuranı değiştiremeyince hadis uydurup mezhep kurup islamı bozmaya çalışmışlar.

Halk ise bu hükümlerden habersiz yaşayıp herşeyi toz pembe sanmaktadır. Eften püften bireysel konular için mezhep gerektiğini söyleyerek mezhepsizleri dinden çıkmakla itham ederler. Mezhep savunurken de hep aynı örnekleri veriyorlar. Mesela “tıraş olurken yüzüm kanadı, Hanefi isem abdestim bozulur ve Cuma namazına gidemem ama kısa süreliğine şafi mezhebine geçersem abdestim bozulmaz, bu yüzden abdest alırken ‘niyet ettim şafi mezhebine göre abdest almaya' deriz ve bu bizim için kolaylık olur” derler. Bireysel bir konudan örnek verip kolaylık olarak gördükleri şeyde iki hata vardır.

Birincisi bir hocanın ismi anılarak niyet edilmez. Böyle demenin meali “niyet ettim şafi isimli adamın görüşüne göre abdest almaya” demek olur. Bir insan görüşüne niyet etmek kadar abes birşey olabilir mi? Bir takım adamların ismini anarak niyet edip abdest almak onu rab edinmektir. Halbuki Abdeste besmele ile başlanır. “Bismillah, niyet ettim Allah rızası için abdest almaya” denmelidir. İlle de birşeye göre niyet edilecek ise "niyet ettim maide 6.ayete göre abdest almaya" denebilir. İşte görebilenler için aradaki büyük fark.

İkincisi; madem mezhepler farklı görüşe sahip, birisi kan abdesti bozar derken diğeri bozmaz diyor, o halde ikisi de mubahtır ve ortada net bir cevap yoktur. Mesela “bugün okula gittin mi?” diye sorsak cevabınız ya “evet gittim” olacak ya da “hayır gitmedim” olacaktır. Hem gittim hem gitmedim derseniz cevap vermiş olmazsınız, ortada bir belirsizlik olur. Nasıl yani, gittin mi gitmedin mi, evet mi hayır mı? Where is the cevap? Cevap ihtilaf gideren Kuranda, abdesti bozan şeylerde (5:6) tuvalete gitmek ve karşı cinse şehvetle dokunmak sayılır, abdesti bozan şeyler bu kadardır. Bunlar dışında abdesti bozan haller aramaya da gerek yoktur çünkü her namaz öncesi abdest tazelemek gerekir. Çünkü ayette "salata kalınca.." denmiştir.

Mezheplerin her iki ihtimali de cevap olarak sunma çelişkisi sayesinde gayrimüslimleri islama davet etmek de mümkün olmaz. Japon bir adam müslüman olmak için gelse, karşısında şuculuk buculuk engellerini görecek. Hanefiler adamın yakasına yapışacak, şafiler koluna yapışacak, şiiler bacağına yapışacak, sufiler ayağına yapışacak, selefiler kulağını ısıracak ve her fırka kendilerine çekmeye çalışacak. Gayrümüslim adam ise islam olmaktan vaz geçip gidecek, çünkü ortada din yok. Şucular bucular sarmış etrafını hepsi de kendini cennetlik ilan ediyor, diğerlerini cehenneme postalıyor. Ama bu japon adam Kuran müslümanıyla karşılaşırsa eline japonca meal verilir, anladığı dilde okuyup islam dinini öğrenir ve yıllardır arayıp bulamadığı huzuru bulur, kalbindeki boşluk hissinden kurtulur. İşte mezhepler ve Kuran müslümanlığı aradaki büyük fark böyledir.

Mezheplerin zararlarından birisi de Allahın ilahlık sınırını çiğnemeleri ve haram, ceza, farz gibi hükümler uydurmalarıdır. Bunları dinin sahibi belirleyebilir, başkasının hüküm koyma yetkisi yoktur. Peygamberimiz bile ayet göstermeden birşeye haram dememiştir. Öyleyse mezheplerin birşeye haram diyebilmesi zaten mümkün değildir, aksi halde ilah konumuna gelmiş olurlar. Zaten yaptıkları tek şey de ihtilaf çıkarıp kafa karıştırmaktır. Aklınıza gelebilecek her konuda ihtilaf çıkarırlar, birisi evet der öteki hayır der, birisi haram der diğeri helal der. Sırtlan gibi iğrenç bir hayvanı yemek konusunda bile ihtilaf etmişler, birisi yenir derken diğeri yenmez demiştir. (Bak: eti yenen hayvanlar) Peki hepsi de hak ise hangisi doğru? Temiz akıl sahipleri bir şeye hem evet hem hayır diye cevap verenlerin ikisini de hak olarak göremezler. İkisine de hak demek sufilerin dininde vardır çünkü sufilerde doğru yanlış, iyi kötü gibi ayrımları kabul etmeyip herşeyi Allah olarak görürler haşa. (Bak: sufizm ve islam farkı)

#Muhkem ve muteşabih ayetler

Bizi ilgilendiren ve hüküm belirten ayetler muhkem, örnek vererek konuları açıklayan ve hüküm bildirmeyen ayetlere muteşabih denir. Mesela "faiz yemeyin, zina etmeyin, insanı yaşatın, yardımlaşın, namaza devam edin.." diyen ayetler muhkemdir ve hüküm bildirir. Ama "baharda çiçeklerin topraktan çıkması gibi siz de kabirlerden böyle çıkacaksınız" (30:19, 25) diyen ayetler muteşabihtir ve yeniden dirilmenin mümkün olduğunu göstermek için bitkilerden örnek verir.

Bir müslümanın dinini yaşaması için muhkem ayetleri dikkate alması yeterlidir. Muteşabih/benzetmeli ayetler üzerinde fazla durulmamalıdır çünkü sapıtanlar muteşabih ayetler (3:7) üzerinde durduğu için sapıtırlar. Yani benzetmeli ayetleri görüp "madem bitkiler her yıl yeşeriyor, o zaman biz de reenkarne oluruz yeniden doğarız" diyerek sapıtanlar vardır. Onlara da "dirilecekleri güne kadar engel vardır" (23:100) diyen ayeti göstermek yeterli. (Bak: Reenkarnasyon)

Buraya kadar Kuran müslümanlığının gerekliği hakkında bilgi verdik. Şimdi Kuranda namaz detaylarına geçelim.

#Kuranda namaz detayları yok mu?

Kuransız Müslümanlık ile övünen giriş seviyesinde kalmış sünni kardeşlerimiz, ne zaman bir hurafe ve ayet kıyaslaması görseler hemen “bana Kuranda namazı göster” diyorlar. Her ne duyarlarsa duysunlar cevapları hep “Kuranda namaz var mı” oluyor. Nasıl bir ibadet ki bu Kuranda olmadığını iddia ediyorlar. Olsa bile kendi mezheplerine uygun bir tarif arayıp “abdest alırken ağıza 3 kere su verileceği yazmıyor, elleri şöyle bağlayacaksın diye yazmıyor, oturuşta şunu okuyacaksın diye söylemiyor, hani Kuran herşeyi açıklıyordu?” diyorlar. Kendilerini Kurana göre düzeltmek yerine, Kuranda kendilerine uygun bir din tarifi arıyorlar. Aradıkları dini Kuranda bulamayınca da "Kuran yetmez" diyorlar.

Halbuki Kuranın herşeyi açıklaması filanca hocanın falanca profesörün bir görüşü değil, bizzat kainatın efendisi olan yüce Allahın sözüdür. Ayette “...Biz Kitabı sana HER ŞEYİN AÇIKLAYICISI, müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik." (16/Nahl 89) "O size kitabı AYRINTILI OLARAK (mufassal) indirmişken Allahtan başka hakem mi arayım?.. (6/Enam 114) deniyor. Herşeyi açıklayan kitap derken bu ayeti dile getirmiş oluyoruz. İtirazlar ise bize değil Allaha oluyor. “Kuran herşeyi açıklıyorsa bana namazı göster” demek aslında Allah’a itiraz edip “herşeyi açıklayan kitap diyorsun ama namazı eksik bırakmışsın” demektir. Ne zaman bir hurafe eleştirisi görse hemen "Kuran yeterse namazı göster" diyenler Allah'a muhalefet ettiklerinin farkında bile değiller.

Herşeyi açıklayan kitap demek, kıyamete kadar yaşanacak olaylarda yeterli cevabın Kuranda var olduğu, emir ve nehy bakımından eksiksiz olduğu anlamına gelir. Yani Kuranda “salata kalkacağınız zaman şuraları yıkayın, namazı kılın zekatı verin, ruku edin secde edin, salatta sesinizi çok yükseltmeyin, korku varsa salatı kısaltabilirsiniz” gibi ayetler gerektiği kadar detay vermiştir. Daha fazla detay vermeye gerek yoktur çünkü bu ibadet herkesin bildiği ve uygulamalı olarak devam ettirdiği bir ritueldir. Bu yüzden abdest ayeti inmeden önce namaz kılanlar eskiden bilindiği gibi abdest alıyordu. Yeni abdest ayeti ise ayak yıkamayı değil mesh etmeyi/ıslak elle üzerine dokunmayı yeterli kıldı.

#Namaz ne zaman başladı?

Namazın ilk insandan beri devam ettiğini bilmeyip son nebi ile başladığını zannedenler “Hz. Meryem nasıl namaz kıldı” sorusunu işitince “Meryem namaz mı kılıyordu, peygamberden sonra doğsaydı namaz kılardı ama 600 sene önce yaşadı” diyorlar. Onlara “Ey Meryem, ruku edenlerle birlikte ruku et..” (3:43) ayetini gösterdiğimiz zaman ise “Madem Meryem namaz kılıyordu o zaman nasıl kılıyordu, yuvarlanarak mı, takla atarak mı, hoplayıp zıplayarak mı kılıyordu” diyorlar. Bu itiraz da sınırlı düşünmekten yani aklı kullanmamaktan kaynaklanıyor. "Allah aklını işletmeyeni pislik içinde bırakır" (10:100) ayeti müslümanların akılcı olduğuna vurgu yapar. Akıl ile hevayı karıştıranlar ise "akıl değil nakil" diyerek bu ayete de muhalefet ederler. Her sözleri ayetlere muhalefettir ama sorsanız Kurana can fedadır. Okumadıkları kitaba inandığını söyleyenler de taklidi imanla oldukları yerde sayarlar.

Her peygamber Allahın elçisi olduğuna göre, Allah ise her dönemde aynı emirler vereceğine göre namaz da ilk insandan beri aynıdır. Yani Adem, Nuh, İbrahim, Musa, İsa, Muhammed aleyhisselam ve diğer bütün peygamberler nasıl namaz kıldıysa bizde öyle kılıyoruz. İlk insandan beri hepsi de kıyam, ruku, secde (22:26) ederek namaz kılmış ve son nebi de aynı namazı devam ettirmiştir. Şekillerini ise "ben nasıl kılıyorsam öyle kılın" (Buhari Ezan 18) diyerek nasıl ruku edildiğini ve nasıl secde edildiğini göstermiştir. Eski ümmetler ile bizim aramızdaki namaz farkı sadece okunan ayetler olmuştur. Eskiden tevrattan ibranice ayetler okunarak namaz kılınırken günümüzde arapça ayetler okunarak namaz kılınıyor.

Eski ümmetler ile son nebinin namazının aynı olduğunu anlamak için kıble değişmesi olayına bakabiliriz. Bir dönem nesh edilen ayet ile kıble kudüs yapılmış ve yahudilerle peygamberimiz kudüse yönelerek namaz kılmışlar, daha sonra yeni ayet inmesiyle kıble tekrar kabe yapılmıştır. (Bak: 2:144) Böylece kimin son nebiye uyduğu belli olmuştur, son nebiyi kabul edenler kabeye dönmüş, kabul etmeyenler kudüse dönmüştür. Ayrıca gece namaz kıldıkları için Allahın övgüyle bahsettiği kitap ehli de vardır. (3:113)

Geçmiş ümmetlerin de namaz kıldığını Meryem validemize "ruku edenlerle ruku et" emir geldiği zaman hemen anlayıp tapınağa giderek erkeklerin arkasında namaza durmasından anlayabiliriz. Aynı şekilde Musa peygambere "evlerinizi kıble edinin, salata devam edin" (10:87) ayeti gelince de "evlerde ne yapacağız anlamadım" diye sormadılar ve firavundan gizli namaz kıldılar.

Eğer bugün bir peygamber gelecek olsaydı yine Kurandaki ayetleri gösterecekti ve “namazı kılın zekatı verin” diyecekti. Biz de ona “namaz da nedir , nasıl kılınır hiç bilmiyoruz” diye sormayacaktık. Yada "faiz yemeyin" dediği zaman "faiz nedir, nasıl yenir, ekmeğe sarılan birşey mi" demeyecektik. Zina etmeyin dediği zaman da "zina nedir, nasıl edilir ki, teşekkür etmek gibi birşey mi" demeyecektik. Her dönemde bilinen emirler geldiğin için "eskilerin masalları" (68:15) diyen zalimler oluyor. İşte Mekke halkı da bu ayetleri gördüğü zaman "namaz nasıl kılınır" diye sormadı, kabul eden namaza başladı, kabul etmeyen ise peygamber konuşurken ıslık çalıp el çırparak gürültü yaptı. (8:35)

#Hadislerde rekat sayısı var mı?

Kurana davet ettiklerimizin ilk gerekçesi, “bana kuranda namazı göster, kaç rekat kılacağız yazıyor mu, bunu gösterirsen ben de Kuran müslümanı olacağım” oluyor. Eğer rekat belirten bir ayet olsaydı ve gösterseydik bu sefer “elimizi nasıl bağlayacağız yazıyor mu, bana ayet göster” diye sorarlardı. Onu da gösterseydik “secdede burnu yere koyacağımız yazıyor mu bana ayet göster” diye uyduruk bir soru daha üretirlerdi. Yani bu Sünnilik inancının zihniyeti dini zorlaştırmak üzerine kuruludur, tek kitaptan dini öğrenip rahatlamak varken ömür boyu uğraşsan öğrenemeyeceğin bir dine davet ediyorlar. "Önce hadis ve hadis usulü, tefsir ve tefsir usulü, fıkıh ve fıkıh usulü okuyup ilim tahsil edeceksin sonra Kuranı okuyabilirsin" diyerek 250 yıl ömrümüz varmış gibi konuşuyorlar. Zaten bunlarla vakit kaybetmeyelim diye kutsal kitabımız inmiştir.

Tıpkı israiloğullarına "bir sığır kesin" (2:71) emri geldiği zaman aklı kullanıp "Allah için en iyi sığırı kurban etmeliyiz" diye düşünüp seçmek yerine "rengi nasıl olacak, tarla sürmüş olacak mı, toynağı nasıl olsun, huyu suyu nasıl olsun" gibi ıvır zıvır soru ürettikleri gibi sünnilik etkisinde kalmış kişiler de aklı kullanarak bilinecek şeyler için ıvır zıvır fıkıh hükümleri isterler. Halbuki gerektiği kadar fıkıh hükmü yine Kuranda mevcuttur. Bakınız yüce Allah ne diyor: "Ey iman edenler, size açıklandığında sizi üzecek şeyleri sormayın; Kur'an indirildiği zaman sorarsanız, size açıklanır. Allah onu affetti. Allah bağışlayandır, yumuşak davranandır." (5:101) Yani bunun anlamı fıkıh soruları üretip dini zorlaştırmayın, gerektiği kadarını ayet olarak indirdim, Kuran okuyun dininizi öğrenin mesajı vermektedir. Buna bile itiraz edip "abdest alırken ağzımızı kaç kere yıkamalıyız" diyenler oluyor. Suyun miktarına göre kendin ayarla, ister 1 kere yıka ister 10 kere yıka, bunun için hüküm istemeye gerek yok.

Ayrıca bize “Kuranda rekat var mı” diyenler hadislerden de rekat gösteremiyor. Hatta Sünniliğin baş savunucusu olan sorularlaislamiyet.com adresinde bile “hadislerde de rekat sayıları bulamadık” deniyor.
rekat sayıları

Öyleyse nasıl oluyor da Kuranın yetersiz olduğunu iddia edebiliyorlar? Eksik olan Kuranı tamamlaması için Sünniliğe teslim oluyorlar ama orada da rekat sayısını bulamıyorlar. Eksik demişken bir parantez içinde ünlem koymadık çünkü sünnilik dininin 4 hak mezhebine göre Kuran gerçekten eksiktir ve ayeti keçi yemiştir, haşa ve kella. Bizim haşa dediğimiz şeye sünnilik etkisinde kalanlar amenna diyorlar. (Bak: Hazreti keçi ayeti yedi)

Yani biz Kuran müslümanları olarak boşuna "sünnilik şöyle kötü, sünnilik böyle tahrifçi" diye atıp tutmuyoruz, her sözümüz kapı gibi delillere ve haklı gerekçelere dayanıyor. Hiçbir zaman "Canımız sıkıldı sünnilere sataşalım, bugün de şiilere sataşalım, yarın da alevilere sataşırız" diye ortaya çıkmıyoruz, hem müslümanlık iddia edip hem islamın içini oydukları için cevaplar veriyoruz. Ve bu reddiyelerimiz karşısında aklını işletenler "evet biz hurafelere iman ediyormuşuz" deyip uyanıyor lakin aklını rafa kaldıranlar halen iftira attığımızı söyleyip karanlıkta kalmaya devam ediyor.

Bu cevaplarımız da bir kesimi cehalet ile suçlayıp kendimizi üstün görmek için değil, bir kişinin daha aklını kullanıp karanlıktan aydınlığa çıkmasına vesile olmak için ve yaygın şirk inanışlardan kurtulması içindir. O sinsi şirk inanışlar sebebiyle dinciler kıyamet gününde "Ya rabbi! Vallahi biz müşriklerden değildik" (6:23) diyeceklerdir. Kendilerini dindar zannederken şirk içinde olduklarını hesap gününde öğrenecekler. Müşrik olduğunu kıyamet günü öğrenenlerden olmamak için şimdi imanımızı Kurana göre şekillendirmemiz gerekiyor. Aksi halde şükrederek şirk koşan müşriklerden olmak kaçınılmazdır. Her insan kendi inanışını kontrol etmeli ve kendisinde gördüğü şirk inanışlarını terk etmelidir. (Bak: Kurana göre müşriklerin özellikleri)

"O gün cehenneme doldun mu diye sorarız, daha yok mu der" (50:30) ayetinde haber verildiği üzere, ağzına kadar insanlarla dolup taşacak olan Cehennemden kurtulmak için inancımızın sağlamasını Kurana yaptırmak ve Kuran müslümanı olmak bir mecburiyettir. Doğduğumuz bölgede yaygın olan inancı benimseyerek cennete gidemeyiz. Taklidi imanımızı tahkiki imana çevirmeliyiz.

Gerçeği öğrenmek ve hidayete ermek isteyenler için kutsal kitabımız okunmayı beklemektedir. Layık olanlar Kuranın ışığıyla yolunu bulacaktır, layık olmayanlar ise Kuran müslümanlığını şer olarak görüp karanlıkta kalmaya devam edecektir. "Allah, iman edenlerin velisi (dostu ve destekçisi)dir, Onları karanlıklardan nura çıkarır. İnkâr edenlerin velileri ise (batıl ideolojiler ve bölücü fırkalar olan) tağut'tur. Onları nurdan karanlıklara çekerler. İşte onlar ateşin halkıdırlar, orada kalıcı olacaklar." (2/Bakara 257)

#Bilinçli suskunluklar

O zaman herkesin anlaması gereken bir şey var. Kuran gerektiği kadarını açıklıyor, bazı konularda bilinçli olarak detay vermiyor çünkü herkesçe biliniyor. Mesela “hac bilinen aylarda” (2:197) deniyor ve hac aylarının isimlerini saymıyor çünkü Hz. İbrahimden beri doğru şekilde gelmiş, Mekkeli müşrikler bile hac aylarının sırasını değiştirmemiş. Tabi müşrik olur da rahat durur mu, onu da bozmak için bir sene uygulayıp bir sene uygulamamışlar ve bunun üzerine Tevbe37.ayet inmiş.

(Haram ayları) Ertelemek ancak inkârda bir artıştır. Bununla kâfirler şaşırtılıp-saptırılır. Allah'ın haram kıldığına sayı bakımından uymak için, onu bir yıl helal, bir yıl haram kılıyorlar. Böylelikle Allah'ın haram kıldığını helal kılmış oluyorlar. Yaptıklarının kötülüğü kendilerine 'çekici ve süslü' gösterilmiştir. Allah, inkârcı bir topluluğa hidayet vermez. (9:37)


Mekkeli müşrikler haram ayların sırasıyla oynayınca bu ayet iniyor, yani bir bozulma olduğu zaman düzeltme geliyor, herşey yolundaysa bildiğiniz gibi devam edin anlamında “hac bilinen aylarda” ayeti geliyor. Eğer haccı da bozsalardı ona da bir cevap gelirdi. Bundan anlıyoruz ki rekat sayıları da bozulmadan gelmiş, her ümmet sabahı 2 rekat, öğleni 4 rekat, ikindiyi 4 rekat, akşamı 3 rekat, yatsıyı 4 rekat olarak kılmış. Günlük toplamda 17 rekat farz/yükümlülük olmuş.

#Sünnet namazlar nafiledir!

Bazı müslümanlar “namaz günlük 17 rekat değil 40 rekattır, sünnet namazlar da kılınmalıdır” diyorlar. Niyet ederken de “niyet ettim sabah namazının sünnetini kılmaya” diyorlar. Sünnet namazlar peygamberimizin kıldığı nafile / ilave namazlardır. Nafile kelimesi Türkçede boşuna anlamına gelse bile Arapçada ilave anlamına gelir. Sünnete niyet etmek ise peygamberin davranışına niyet etmektir.

Sünnet namazlar aslında nafiledir ve kılana sevabı vardır, kılmayana günahı yoktur. Bunu herkes bilir ancak mezhep etkisinde kalanlar “sünnet namazları kılmazsan peygamberimiz sana şefaat etmez” derler. Bu söylemle farz namazları Allah için, nafile namazları peygamber için kılmış olurlar yani farkında olmadan iki ilahlı bir din türetmiş olurlar. Şirk ile tevhid arasında böyle ince bir çizgi vardır, namaz kılarken bile peygambere tapmış olabilirsiniz. Bu yüzden sünnet namazlara niyet ederken "Niyet ettim Allah rızası için nafile namaz kılmaya" denmelidir. Aksi halde "niyet ettim peygamber şefaati için sünnet namaz kılmaya" demek gibi şirk içeren bir niyet etmiş oluruz. Namaz Allah rızası için kılınır, peygamber şefaat etsin diye kılınmaz. Gelelim şefaatçi edinmek hatasına.

#Şefaatçi edinmek hatası

Bana namazı göster diyen Sünnilerin hatalarından birisi de “şefaat ya resulullah” diyerek peygambere dua etmektir. Kuran boyunca tekrar edilen konuların başında Allahtan başkasına dua edilmeyeceği (46:5), Allahtan başkasının şefaatçi olarak seçilmemesi gerektiği (39:43) anlatılır. Sadece peygamberden şefaat dilenmek bile ahirette “Rabbimiz, vallahi biz müşrik değildik” (6:23) demeye sebep olabilir. Bakınız bu ayette insanlar müşrik olduğunu kıyamet günü öğrenip şok oluyorlar ve müşrik değildik diye kendilerini savunuyorlar. Şirk koşmayı sadece puta tapmak sandıkları için ahirette hüsrana uğruyorlar. Peki kim bunlar? Tabi ki ölülere yalvaranlar, şefaatçi edinenler, Allaha yaklaşmak için evliyalara yaranmaya çalışanlar, kula kulluk edenler ama kendini dindar zannedenler.

Peygamberimiz şefaat edecek bile olsa, ona yalvarmak bir insana dua etmektir. Dua ise insanın rabbine karşı acziyetini belirtmek ve istekte bulunmak için yaptığı en önemli ibadettir. Evet, dua etmek ibadet türüdür. Hem Kuranda (40:60, 25:77) hem hadiste (Ebu davud vitr 23) dua'nın ibadet olduğuna dikkat çekilir. Öyleyse peygambere dua edenler ona ibadet etmiş olurlar. "Şefaat ya resulullah" demek veya "yetiş ya hızır, imdat ya gavs" demek bir insana dua etmektir, oysa dua sadece Allaha yapılır. Bu delillerden sonra peygambere ve salih kullara yalvarmaya devam edenler ise insanlara ibadet etmiş olurlar. Kula kulluk etmenin bir türü de Allahtan başkasına dua etmektir.

Peygambere yalvarma hastalığı Hristiyanlarda da görülmektedir. Hristiyanlar açık sözlülük yapıp "ey isa sensin rabbimiz" diyerek insana dua ederler. Gizli şirk koşmadan açık şirk koşarlar lakin bunun şirk olduğunu kabullenmezler. Sufizm etkisinde kalmış sünniler ise Hz. Muhammed'e rabbimiz demese bile ona dua ettiği zaman otomatikmen rab / sahip / efendi edinmiş olurlar. Müslümanların rabbi / sahibi / efendisi Allah olduğuna göre ondan başkasına dua edemez. Bu konu apaçık muhkem ayetler kategorisine giren çok basit bir konudur. Tek cümleyle özetlersek, Allahtan başkasına dua edersen müşrik olursun ve bu konuda iman edenler için apaçık ayetler vardır: Tevessül nedir?)

#Sağdan yanaşan tasavvuf

Bana namazı göster diyenler sadece sünniliğe ve şiiliğe kapılmakla kalmamış ve sufizme yani tasavvufa da kapılmıştır. Kendilerini Kuranı anlamaktan mahrum tuttukları için; evliya, gavs, fenafillah, Allah dostu gibi terimleri içinde barındıran tasavvufu islamın özü zannederler. "Biz kim Kuranı anlamak kim, evliyalar anlayabilir, mevlana anlamış bize mesneviyle anlatmış, said nursi anlamış bize risalei nur kitabıyla anlatmış, Kuranı değil evliya kitaplarını okumalıyız" diyerek kendilerini kutsal kitaptan uzak tutarlar ve yeni kutsal kitaplar edinirler. Mesnevi'nin ve Risale'i nurun da Allahtan geldiğine inanırlar.

Halbuki tasavvuf ve islam farkı doğu ve batı arasındaki fark gibidir. İman ve itikad bakımından iki farklı yoldur. Sadece tevhid tanımı bile islam ve tasavvufu iki farklı din yapmaya yeter. İslamda kelimei tevhid "la ilahe illaAllah" iken tasavvufta kelimei tevhid "la mevcude illaAllah" olmuştur.

"La ilahe illaAllah" deyince "Allahtan başka ilah yok" demiş oluruz. Bunun anlamı "en çok korktuğum, en çok sevdiğim, bütün emirlerine boyun eydiğim, her halimi arz ettiğim, dua ettiğim/yakardığım, teslim olduğum kişi Allahtır" demiş oluruz. Müslümanların kelimei tevhidi böyledir.

"La mevcude illaAllah" deyince "Allahtan başka varlık yok" demiş olunur. Bunun anlamı "herşey Allahın yansımasıdır, gördüğümüz herşey Allahtır, puta tapanlar da aslında Allaha tapıyor, sen de Allahsın ben de Allahım" demektir, haşa ve kella.

İşte bu farka rağmen dini bilmeyen müslümanlar tasavvufu sevebilmektedir. Hatta "öyle demek istememiştir, mecazdır, biz onların sözlerini anlayacak kapasitede değiliz, yüce zatları eleştirmek bize mi kalmış" diyerek apaçık sapkınca sözleri görmezden gelenler vardır. Alakasız örnekler verip kendi elleriyle seçtikleri sözde evliyaları yüceltmeye devam ederler. İnsanların seçtiği adamların evliya olduğuna imanı tam ama onların dinimizi tahrif ettiğine ihtimal bile vermiyorlar.

Mesela verdikleri örnek; "Büyük bir zat, 'Sizin inandığınız ilah benim ayağımın altındadır' demiş, bunu duyan halk "sen nasıl bizim ilahımızı çiğnersin, seni öldüreceğiz" deyip asmışlar. Sonra adamın konuşurken dikildiği yeri kazmışlar ve bir küp altın bulmuşlar. Meğerse adam "siz paraya tapıyorsunuz, altın ilahınız olmuş, ayağımın altında sizin ilahınız var" demek istemiş. Miş miş de mış mış. Bu örneği gösterip sözde evliyaların İslama zıt sözlerini sineye çekenler vardır. Düşünmezler ki bu hikaye de tasavvufçuların udyurmasıdır. Kıssadan hisse ders vermek için oturup bu türden masallar yazmışlardır. Bu kıssadan hisse masalda da hikmetli zat öldürüleceğini anlayınca sözünün anlamını açıklamıyor ve saçma bir sebeple ölümü kabul ediyor. "Siz paraya tapıyorsunuz demek istediğim için sizin ilahınız ayağımın altında dedim, mecaz yaptım" diyerek canını kurtarmıyor da susup idam edilmeyi bekliyor. İşte tasavvufçuların kıssadan hisse masalları hep böyle akıl mantık dışıdır.

Ayrıca bu hikayeyi göstermek tasavvufçuların sözlerinin altında bir hikmet yattığı anlamına gelmez. Mesela mevlana "mesnevi Kurandır" derken gerçekten kendisine kutsal kitap indiğini iddia eder. Hatta Kuran tefsiri diyenleri azarlayıp hakaret eder. (Bak: Mevlana gerçekleri) Ya da en büyük şeyh denilen İbni arabi "Nuh kavmi puta tapmakla Allaha tapmış oldu" derken putperestliği övmüştür. Tek Allaha tapanları ise avam/cahil olmakla suçlamıştır. (Bak: İbni arabi gerçekleri) Gerçek bir tasavvufçu olan Cemalnur Sargut, 2011 yılında TRT1 kanalında "Filden kadın heykelinin ayağını yıkayanlar (Ganeşa putuna tapanlar) Allahı onda görmüşler ne var bunda, biz de pekçok şeye tapıyoruz, paraya tapan var, evladına tapan var, onlar da filden kadın heykeline tapıyor" diyerek puta tapanları şirin göstermeye çalışmış ve tasavvufun gerçek yüzünü ortaya koymuştu. Bu sözlerinden dolayı kendisine teşekkür ediyoruz çünkü bizim anlatmaya çalıştığımız şeyi Cemalnur Sargut bir çırpıda söyleyip özetledi ve tasavvufun kula kulluk düzeni olduğunu devlet kanalında açıkladı. (Bak: Cemalnur Sargut gerçekleri)

Gören gözler için, çalışan kafalar için bu örnekler yeterlidir. "..asıl körlük gözlerin körlüğü değil, göğüslerin içindeki kalplerin körlüğüdür." (22:46)

Sonuç

Elimizden geldiğince, dilimiz döndüğünce “bana namazı göster” diyenlere cevaplar vermeye çalıştık. Burada sunduğumuz deliller derin düşünenler ve aklı kullananlar için yeterli cevaplardır. Lakin “akıl değil nakil” diyenler yine öğüt almayacaktır. Aklını kullanmayan ise güdülen koyun gibi olur. Her lafa inanır, hurafecilere hoca efendi hazretleri diyerek itibar eder, yıllarca göklere çıkardıkları adamların gerçek yüzünü görmek için darbe teşebbüsünü bekler. 15 Temmuz 2016 yılında akıl değil nakil diyenler yüzünden neler yaşandığını hatırlayın. 2015 yılında ölseydi türbe yapıp başında dua edecekleri Fethullah Gülen'e 2016 yılında lanet okumaya başladılar. Aklı kullanıp onun sözlerini Kurana arz etselerdi böylesine yüceltmeden ne olduğunu anlayabilirlerdi. Ama duygusal yaklaşıp "adıyla hitap edemezsin, hoca efendi hazretleri diye eklemelisin" diyerek bütün hurafeleri görmezden geldiler. Sonunda Allah dostu dedikleri adama FETÖ (Fethullahçı terör örgütü) demeye başladılar.

İnsan ve koyun arasındaki fark akıldır. Bir koyun aklını kullanmadan sürüyü takip eder, öndeki uçurumdan atlasa arkadaki de atlar. Eğer aklını kullansaydı yol bitince durmak gerektiğini ve daha fazla giderse uçurumdan aşağı düşeceğini anlayabilirdi. İşte insan da kendini hoca efendilere, yüceltilen ulemalara teslim etmemeli ve kendi aklını kullanarak dini inancını şekillendirmelidir. Kendi aklını da Kurana göre şekillendirmelidir, zira kendi aklımızı kullanalım derken hevasına uyanlar da olmaktadır.

Aklı kullanarak inancını şekillendirmek Kuranda “onlar sözü dinleyip en güzeline uyarlar” (39:18) ayetiyle dikkat çekilmiştir. Sözü dinleyip en güzeline uymak için farklı görüşleri dinlemek ve karar vermek gerekir. Dinledikten sonra da "işittik ve iman ettik" (24:51) demek lazımdır. Dileyen iman ettik der, dileyen isyan ettik der. Kuran müslümanları olarak delillerimiz bunlardır, aklına yatan kabul eder, aklına yatmayan yine kendi bildiğini okur. İslam dini insanlara inancında seçim yapma özgürlüğü vermiştir. Dünyada yaptığımız bu seçimler ahiret hayatımızı belirleyecektir. Bu yüzden sakin kafayla iyice düşünüp imanımızı şekillendirmek gerekir.

2 yorum:

  1. Meseleyi Kuran'dan delillerle, çok güzel anlattınız. Teşekkür ederim.
    Salatın kaç vakit olduğuna dair Kuran'dan araştırmalar yapıyorum. Kurandan delillere dayanarak vakitler hususunda sizden farklı düşünüyorum.
    Allah bilgimizi artırsın. Hatamızdan döndürsün. Bize doğruyu göstersin.

    YanıtlaSil
  2. Rabbım ilminiz arttırsın çok güzel açıklamışsınız. Bir konuda farklı düşündüğümü belirtmek isterim. Maide 6 ya göre abdesti bozan haller sadece cinsel ilişki ve tuvalete gitmek olarak belirtmişsiniz. Maide 6 da belirtilen cinsel ilişki ve tuvalete gitmek durumları teyemmüm şartları olarak belirtilmiştir. Hatta 4 unsur arka arkaya sıralanmıştır. hasta iseniz veya yolculuktaysanız veya cinsel ilişkide bulunmuş veya tuvaletten gelmişseniz ve bu durumlarda su bulamamışsanız teyemmüm edin denmekte. Farkettiyseniz bu 4 unsur veya veya diye sıralanmıştır. Dolayısıyla sizin de belirttiğiniz gibi her namaza kaltığımızda abdest almamız gerekiyorsa ki gereklidir abdesti bozan şeyler gibi bir durum söz konusu olamaz. daha net bir tabirle belirtmek gerekirse abdesti abdesti bozan tek unsur namazdır. namaza kalktığımızda abdest alırız ve namaz bitiminde abdestimiz bozulmuş olur. bir sonra ki namaz için tekrar abdest almayız. Son kezz tekrar etmekte fayda var. Maide 6 da yer alan abdesti bozan şeyler olarak yorumlanan durumlar aslında abdesti bozan haller değil teyemmümün gerekli olduğu hallerdir. Selametle...

    YanıtlaSil

Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?