Kuran Bize Yetmez mi? Hadislere Gerek Var mı? | Çapraz Sorgu 10
İddia: Kuran bize yetmez mi? Hadislere gerek yok diyenler var, onlara ne diyeceksin? Bestami: Kurana bakalım, Kurana baktığımızda “hadislere lüzum yoktur” diye bir ibare görüyor muyuz? Hayır, tam tersine hadislere uymamıza yönelik, peygamberimize ittiba etmeye yönelik birçok emir görüyoruz. Hatta otuzdan fazla ayette peygamberimize bizi yönlendiriyor. Kuranı incelersem beni sünnete yönlendirdiğini görüyorum, bırakın hadisleri kenarda bırakmayı bizzat hadislere beni yönlendiriyor. Şimdi o zaman Kuranın evrensel olduğuna bakarsak, günümüz için geçerli olduğunu görünce benim peygambere ittiba etme emrini uygulamam için ne gerekiyor. Peygamberin hayatta olmadığına göre sünnetlerin ve sahih hadislerin günümüze kadar gelmesi gerekiyor ki benim peygambere ittiba emrine uymam gerçekleşsin. Demek ki sahih hadislerin ve sünnetlerin günümüze kadar gelmesi gerektiğini ben Kuranı kerime bakınca zaten anlayabiliyorum. Ayrıca şunuda söylemek istiyorum: biz dinin en önemli meselesi olan namaz ve zekat gibi en önemli ibadetlerine baktığımzda kuranı kerimde detaylı bir anlatım bulamıyoruz. Mesela namazın kaç rekat olduğu veya zekatın kaçta kaçı verileceği gibi en temel bilgiler bile kuranı kerimde yok. Biz bunu sünnetten ve hadislerden öğreniyoruz.
Cevap: Kuranda “hadislere lüzum yoktur” diye ayet olması zaten beklenemez çünkü yüce Allah “Ahsenel hadis”(39:23) yani "en güzel hadis" demiştir Kurana. Başka ayette de Kuranın uydurma hadis olmadığı söylenir. Yani hadis kelimesi hep Kuranı övmek için kullanılır. “(Bu Kuran) düzüp uydurulacak bir hadis değildir, ancak kendinden öncekilerin doğrulayıcısı, her şeyin çeşitli biçimlerde açıklaması ve iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve rahmettir.” (12/Yusuf 111) Tarih boyunca peygamberlerin tebliğ ettiği islam dini uydurma hadislerle bozulduğu için yüce Allah da bu duruma dikkat çekiyor ve Kuran uydurma hadis değildir diyor. (namaz konusu bir sonraki iddiaya cevapta)
İddia: Kuranı kerim hadislere uymayı emreder dedin. Buna bir örnek verebilir misin? Bestami: Onlarca örnek verebiliriz, dediğim gibi otuzdan fazla ayette bize buna yönlendiriyor. Mesela Nisa suresi 65. Ayet, 80.ayet, Ahzab 21.ayete baktığımızda sürekli bizi peygambere yönlendirdiğini görüyoruz. Dieğr bir ayette “Allaha itaat edin ve resule itaat edin”(Nisa 59) diyerek bize emrediyor. Emrettiğini ayetlerde görebiliyoruz. Günümüzde yine bakarsak ben Allaha itaat etmeyi Kuranda sağlayabiliyorken resule itaat nasıl yapıcam? Demek ki sünnetin ve sahih hadislerin gelmesi lazım. Bir örnek daha verip konuyu bağlamak istiyorum. Ali imran 31.ayete baktığımızda “eğer Allahı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin” buyuruyor. En çok istediğimiz ne, Allahın bizi sevmesi, allaha olan muhabbetimizin artması. Bu formül kuranda nasıl verilmiş “eğer Allahı seviyorsanız resule ittiba edin ki Allahda sizi sevsin” o zaman bizim yine peygamber yaşamadığına göre bu ayet kapsamına nasıl girmemiz gerekiyor? Sünnetlerin ve sahih hadislerin gelmesi lazım. Sünnetlere ittiba edere kAllahın muhabbetini kazanabileceğimizi görebiliyoruz. Yani sahih hadislerin ve sünnetlerin günümüze kadar gelemediğini söyleyen birisi Kuranın evrenselliği noktasında bu ayetin bize olan yönü noktasında ne cevap verecek?
Cevap: Allah ve resulüne itaat ayetleri “Allahın resul ile bildirdiği ayetlere uyun” demektir. Allah ayrı resul ayrı değildir. Mesela bir padişah komşu ülkeye elçisini gönderse, adam varacağı yere gidince padişahın fermanını okusa, insanlar da kabul etse “padişah ve elçisine itaat” etmiş olurlar. Bu örneğin doğru olduğunu şu ayetlerden anlayabiliriz. “Bu Allah ve resulünden bir uyarıdır” (Tevbe 1) ayetinde bir uyarı geliyor ama “Allah ve resulünden uyarı” deniyor çünkü Allahtan gelen uyarıyı resul okuyor. Eğer Allah ve resulü ifadesi iki farklı şey ise o zaman ikinci uyarı nerede diye sormak gerekirdi. Müşrikler bu ayeti işitince “Allahın uyarısı buysa resulün uyarısı hangisi” diye sormadı çünkü onlar da bu ifadenin tesniye yapmadığını biliyordu. Diğer örnek “ganimetler Allah ve resulüne aittir” (8:1) ayetidir. Allaha ayrı resule ayrı ganimet mi pay edildi? Tabi ki hayır, beşte biri (8:41) pay edilince Allah ve resulü için ayrılan kısım hayır işlerine harcandı. Peygamberimiz “bu Allahın payı buda benim payım” diye ikilem yapmadı. Şimdi sözler köşkünün bu delilleri nasıl gizlediğine bakalım.
İddia: Allaha ve resule itaat etmek Kurana itaat etmekle aynı şey değil mi? Bestami: Ama biz ayete baktığımızda ne görüyoruz? "adiulllahe ve adiur resule" (4:59) Burda arapça bilen birisi ve bağlacının iki tarafa da ayrı ayrı ittiba gerektirdiğini bilecektir. Allaha ve resule itaat edin diye iki tane emir var. Aynı bağlam olursa bu sefer kuranın belağatını nasıl açıklıycaz? Allaha itaat edin ve Allaha itaat edin, bu mantıklı mı? Değil, durduk yere tekrara düşmüş olur. Zaten ve bağlacına baktığımızda da ayrı ayrı itaat söz konusu olduğunu anlıyoruz. Birisi Allaha itaatken diğeri peygambere itaattir, Allaha ittiba kuranla olurken resulullaha ittiba da onun sünnetleriyle olacaktır.
Cevap: İlgili ayetin devamında “sizden olan ulul emrede de itaat edin” deniyor. Allah + resul + ulul emr. Yani Kurana göre yöneten peygambere ve onun atadığı bakanlara isyan etmeyin deniyor. Sünni mantığa göre ulul emre itaat için onun da hadisleri olması lazım. Eğer Allah ve resulü ayrı hüküm kaynakları ise ulul emrin de din adına hüküm koyması gerekirdi. Halbuki “Hüküm ancak Allahındır” (12/Yusuf 40) Dinde iki hüküm koyucu yoktur çünkü tek ilah Allahtır.
İddia: Her konuda insan hadislere yönelmek zorunda mıdır? Kuran yeterli değil mi? Bestami: Belirttiğimiz gibi en başta söyledik. Namaz, zekat gibi temel meselelerde bile biz sünnete ihtiyaç duyuyoruz. Zaten Kuran bizi resulullaha ittibaya yönlendiriyor. Nisa 65.ayette çok net bir ifade var. Burada diyor ki “rabbin üzerine yemin olsun ki aralarında filizlenen yeni meseleler hakkında seni halem tayin etmedikçe ve verdiğin hükme tam bir teslimiyetle razı olmadıkça iman etmiş olmazsınız” buyruluyor. Bu kadar cidd bir meselede “iman etmiş olmazsınız” gibi tehditle karşı karşıyayken sünnete gitmemiz gerekmez mi? Günümüzde de yeni bir mesele çıkabilir. O zaman bu ayet kapsamında baktığımda benim peygambere gidip onu hakem tayin edip onun verdiği hükme razı olmam gerekmiyor mu? Demek ki ben kurana baktığımda birçok delille sünnete gitmem gerektiğini görebiliyorum.
Cevap: “Bunlar dışında daha çoook meselede kuran yetersizdir” demeye getiriyor ama ne zaman Kuran yetmez diye örnek verse sadece namaz rekatları ve zekat miktarını örnek verebiliyor. Başka örnek veremiyorlar çünkü ibadetlerde yüce Allah fazla detay vermeye gerek duymamış, bilindiği gibi devam edin demiştir. (2/197) Kuran yetmez diyenler ise her seferinde “o zaman bana namazı göster” diyerek Kuranın detaysız bir kitap olduğunu iddia ederler. Namaz konusu insanlık tarihi boyunca bilinen bir ibadettir. Hatta kitap ehlinden namaz kılanlar Allah tarafından övülüyor: "Kitap ehli aynı değiller, bir ümmet vardır ki gece saatlerinde Allahın ayetlerini ayakta okurlar ve secde ederler." (3:113) Bu kitap ehli nereden biliyordu namazı? Namaz son nebi ile başlamadı, her ümmete aynı şeyler emredildi. Hz. Muhammed ise zincirin son halkası.
Ayrıca rekatları hadislerden öğrendik iddiaları da yalandır. Hadislerde "ben nasıl kılıyorsam öyle kılın, iki gün benimle kıl öğrenirsin" tarzında görsel eğitimden bahsedilir. Bunu sorularlaislamiyet.com sitesindeki "farz namazların rekat sayısının delili nedir" başlıklı yazıdan da okuyabilirsiniz. "Kuran yeterse bana rekatları göster" diyenler hadislerden de rekat gösteremezler. Öyleyse anlamamız gereken şey, ibadetlerin bilindiği gibi devam ettiği ve düzeltmeye yönelik ayet inmesine gerek olmadığı için bu konuda bilinçli suskunluk olduğudur. Kuranda geçmeyen konular bizi hadislere muhtaç etmek için değil, zaten bilindiği için yahut serbest olduğu içindir.
Bir önemli mesele de hadislerin sünnet olarak görülmesi yanlışıdır. Peygamber sünneti başka şeydir, hadis başka şeydir. Peygamberin sünneti Kuranı uygulamaktır, hadis ise 170 ike 200 yıl sonra ondan bundan duyulan söylentilerin derlenip kitaplaştırılmasıdır. Hurafecilerin diline doladığı "Hadis inkarcısı ile sünnet düşmanı" tabirleri iki farklı meseledir. Hadis inkarcılığı tabiri literatürde olmayan ve olamayacak bir tabidir çünkü bir şeyin inkar edilebilmesi için onun hak/gerçek olması gerekir. "Hak rabbinden gelendir" (27147, 3/60) ayetine göre sadece iman esaslarının inkarından söz edilebilir. Mesela; Allah, melekler, kitaplar, resuller, ahiret günü (4/136) inkarından söz edilebilir. Bunlar iman esası olduğu için "Allah inkarcısı, melek inkarcısı, kuran inkarcısı, resul inkarcısı, ahiret inkarcısı" gibi ithamlar mümkündür. Hadis inkarcısı ithamı ise mümkün değildir çünkü söylentilerin derlenmesine iman edilmez. Ayrıca "Allah indirdi hadisin en güzelini.." (39/23) ayetine göre Kuranın kendisi hadis kitabıdır.
İkinci önemli konu ise “meselelerde seni hakem yapmadıkça iman etmiş olmazlar” ayetidir. Bu ayette yine Kuran hükmüne razı olmalarından bahsedilir. Nitekim peygamberimiz hakemlik konusunda şöyle der: “Allah size Kitap'ı ayrıntılı kılınmış bir halde indirmişken, Allah'ın dışında bir hakem mi arayayım?...” (Enam 114) Hem kitap ayrıntılı deniyor, hem kitap hakemdir deniyor. Böylece Sünnilerin "peygamberi hakem yapmak için rivayetlere teslim olmalıyız" iddiası çöküyor.
Peygamberin hakemliğini kuranda aramayanlar ise “recm ayetini keçi yedi, ayet eksildi ama hükmü devam ediyor” iftirasını kabul ederek son şeriatta olmayan cezaları ilave ediyorlar. Recm örneği verme sebebimiz hadislere sahih diyerek peygambere uyduğunu iddia edenlerin nasıl bataklıkta olduğunu göstermek içindir. Düşünebiliyor musunuz, önceden kuranda recm varmış ama peygamber ölünce ayeti keçi yemiş, hükmü de kıyamete kadar devam edecekmiş, Kurandan çıkmış olması sorun değilmiş. Böyle bir din olur mu? Resule uymayı söylentilerin derlenmesi olan kitaplara uymak zannedenlere göre oluyor işte.
Diğer hezeyan cümlede ise “günümüzde yeni mesele çıkabilir, peygambere nasıl soracağım” diyerek yeni hükümler uydurmaları. Kuran fıkıh olarak gereken kadarını bize sunmuş, bundan fazlasını sormayın demiştir: “Ey iman edenler, size açıklandığında hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın; Kur'an indirildiği zaman sorarsanız, size açıklanır. Allah onu affetti. Allah bağışlayandır, yumuşak davranandır.” (Maide 101) Allah onu affetti diyerek Kuranda olmayan şeylerin serbest olduğu açıklanıyor. Sürekli fıkıh hükmü uydurmak yasaklanıyor. Devamında ise çok soranların dinden çıktığı söyleniyor: “Sizden önce bir topluluk onu sormuştu da sonra kafir olmuşlardı.” (Maide 102) Demek ki kıyamete kadar çıkacak her meseleye kuranda değinilmiş. Değinilmediyse de hüküm aramaya gerek yok, nasıl yaparsan yap serbest. ,Mesela elin mi kanadı, abdestim bozuldu mu diye sorma, çünkü sorarsan birisi bozuldu diyecek öteki bozulmadı diyecek. Her alternatifi sunup birini seçmeni isteyerek yine kafana göre davranmış olacaksın.
İddia: Kuranı kerim apaçıktır, bununla ilgili de ayet var. Madem kuran apaçık ise ve biz bu ayete inanıyorsak o halde hadislere ne gerek var? Bestami: Kuranın apaçık olması ayrıdır, onu herkesin anlayabilmesi ayrı şeylerdir. Mesela bir kan örneği verelim. Kan testi yaparız, sonuçlarına baktığımızda ordaki sonucu biz anlamayız ama doktora gittiğimizde doktor onu çok iyi anlar ve bize anlatır. Yani aslında burdaki sonuçlar açıktır ama kime göre, doktora göre açık ama bize göre açık değildir. Demek ki doktorun bize onu anlatması lazım.
Bu örnekteki gibi kuran açıktır ama peygamberle beraber, onun anlatmasıyla beraber açıktır. Meal üzerinden bakıp tefsire bakılmadığı için yanlış anlaşıldığını görebiliyoruz bu ayette. Mesela şöyle bir soru sorayım: madem kuranı kerim öyle anlaşıldığı gibi apaçık ise hurufu mukatta harflerine ne diyeceğiz? Elif, lam, ra! Apaçık ise bundan ne anlaşılacak? Veya yasin! Bunu nasıl anlıycaz? Demek ki kuran mealdeki gibi apaçık ise o zaman hurufu mukatta harflerini neden anlamıyoruz? Veya ali imran 7.ayette Kuranın bir kısmının muhkem olduğu diğer kısmının muteşabih olduğu yani teşbihe benzetmeye dayalı olduğu söyleniyor. O zaman Kuranın bir kısmı müteşabih ise, devamında diyor ki “bunu ilimde ileriyegidenler anlayabilir” buyruluyorsa o zaman Kuranın apaçık olma meselesi yanlış anlaşılmıştır.
Bir örnek daha verip bitirmek istiyorum. Mesela eğer kapı açıksa ben kapıyı açın diye söyler miyim? Söylemem. Aynı bu örnek gibi peygamberimize kuranı açıklama görevi verildiğini görüyorum. Ayette “biz sana kuranı indirdik ki insanlara beyan edesin” (Nahl 44) Beyyine kelimesi geçer yani onu açıklamak beyan etmek. Demekki mealden anlaşıldığı gibi kuran apaçıktır manasının doğru anlaşılmadığını görüyorum. Zira kuran bu manada apaçık ise peygambere açıklama görevi verilmezdi. Baştaki örnekteki gibi kapı açıksa kapıyı aç denilmez. Peygambere açıklama görevi verildiyse (Kuran apaçık değildir) peygamberimizle birlikte anlaşılabildiğini görüyoruz.
Cevap: A) Kuranı anlama konusu
Din bir kesimin anlayacağı bir meslek türü değildir. Çaycısından doktoruna kadar herkes dinini kendisi öğrenmelidir. Allah da “Onlar Kuran'ı derince düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerinin üzerinde kilitleri mi var?” (Muhammed 24) diyerek herkesi Kuranı düşünmeye davet eder. Halk ise derine dalma diyerek bu ayete muhalefet eder. “Anlayabilesiniz diye biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik.” (Yusuf 2) ayeti ana dilde okunursa anlaşılacağına dikkat çeker. Arapça öğrenmek daha faydalı tabi.
Sünniler ise herkes anlamaz diyerek Kurandan uzak tutmaya çalışır. Adam önce okusun belki senden iyi anlayacak değil mi? Ama bu sünni/sufi tayfa daha en başından “din uzmanlık işidir, sen anlamazsın” diyerek Kurana ulaşmanızı engelliyorlar. Çalışıp para kazanmayı anlıyorlar, evlenip çocuk yapmayı anlıyorlar, haber izleyip anlıyorlar, siyasetçileri anlıyorlar, gazete okuyup anlıyorlar , roman okuyup anlıyorlar ama Allahın sözlerini anlamıyorlar öyle mi? Kuranı kafirler anlamaz, Allah gözlerine perde indirmiştir. (2:7) Temiz insanlara sen anlamazsın demek onları müşrik yerine koymaktır.
"Onlar hem insanları ondan (Kurandan) engellemeye çalışır hem de kendileri ondan uzaklaşırlar. Onlar, farkında olmadan ancak kendilerini helak ederler." (6/ Enam 26)
6:26 ayette de bahsedildiği gibi bazı insanlar hem sizin Kuranla tanışmanızı istemezler hem de kendileri Kurandan uzak dururlar. Bu tanım günümüzdeki tarikatlara çok uymaktadır. Sözler köşkünün yaptığı da tam olarak budur. Siz anlamazsınız diyerek hem insanları Kuranı anladığı dilde okumaktan uzak tutuyorlar hem de kendileri risale okuyarak kurandan uzak kalıyorlar.
B) Tefsir konusu
Tefsire bakma konusunda ise şunları söyleyebiliriz. Tefsirler peygamberin değil hocaların kendi görüşüne göre yazdığı kitaplardır. Kuran kendini açıklayan bir kitap olduğu için peygamberimiz tefsir kitabı yazmamıştır. “Sana getirdikleri her misale/iddiaya karşı gerçeği ve en güzel tefisiri getiririz.” (25/Furkan 33) ayetinde Kuranın kendisinin tefsir olduğuna vurgu yapılır. Kuranın açıklamasını bizzat Allah yapmıştır. Bir ayette söylediğini başka ayette açarak tefsir eder. Bağlantılı ayetleri bulunca anlarsınız. "Elif, lam, ra! Bu kitap ayetleri sağlam kılınmış sonra habir ve hakim (olan Allah) tarafından fasıl fasıl açıklanmıştır. Sadece Allah'a kulluk edin diye böyledir. Ben ise size onun tarafından (gönderilmiş) uyarıcı ve müjdeleyiciyim." (11/Hud 1-2) ayeti hem peygamberin ne amaçla gönderildiğini hem de Kuranın tefsirli olduğunu açıklar. Eğer başkası tefsir etseydi biz onun görüşlerini din zannederdik bu yüzden bizzat Allah açıklıyor.
C) Hurufu mukatta konusu
“elif, lam,ra” gibi kelimelerle başlayan ayetlerin ne anlama geldiğini hadislerden öğrenemezsiniz çünkü yoktur. Hadisler olmasa kuranı anlayamazsınız diyen sünni/sufi sözler köşkü cemaati “hurufu mukatta anlamını hadislerden öğrendik” diyerek yalan söylemektedir.
D) Peygamberin görevi
Beyan: bildirmek, anlatmak, dile getirmek gibi anlamlara gelir. Peygamberin görevi beyan etmek/tebliğ etmektir. Hud 1-2 ayetlerde peygamberin görevini ve Kuranı Allahın açıkladığını görmüştük.
İddia: Hadisler kulaktan kulağa gelmişse ve peygamberimizden 200 yıl sonra yazılmışsa bunların doğruluğunu nereden bileceğiz? Bestami: Öncelikle buradaki bilgiler doğru değil çünkü hadslerin bizzat peygamber zamanında hem yazılarak hem ezberlenerek hemde hayatlarına geçirerek yaşayarak bize aktardıklarını biliyoruz. Birçok sahabenin hadis yazdığıyla ilgili elimizde deliller var. Özellikle amr bin asr ne yapıyor, sahifei sadıka adında hadisler yazıyor. Bunla ilgili bilgi elimizde mevcut. Yani hem yaşanılarak hem yazılarak hem ezberlenerek günümüze kadar gelmiş. Özellikle yaşanma meselesi çok önemli.
Namaz gibi bir ibadete baktığımızda onbinlerce sahabe onu bizzat hayatlarına geçirerek uygulayarak onu günümüze kadar getiriyorlar. Demek ki hadislerin güvenilirliği noktasında elimizde birçok delil var. Yani öetle hem yazılarak hem ezberlenerek hem de bizzat yaşayarak hayatlarına aktararak bizlere hadisleri ulaştırmışlardır.
Ayrıca şunu da eklemek istiyorum. Bir kişi hadislerin doğruluğunu kabul etmiyorsa hiçbir tarihi kaynağı kabul etmemesi lazım. Çünkü hadislerdeki güven sened meselesi tarihi kaynakların en üst mertebesinde. Bir hadisin sahih olabilmesi için 12 tane şart aranıyor. Bunlar arasında güvenilir olması, doğru sözlü olması gibi birçok madde sayılıyor. Özellikle imam buhari 13.şartı da ekliyor. Hadis rivayet eden kişi bizzat onun yanında uzun bir müddet yaşamış olması lazım diyor. Sahih hadislerin günümüze kadar gelmesine, hem senedli gelmesine hem 12 şart aranmasına, hemde Buharinin ekstra kural koymasına baktığımızda hadis kaynaklarının ne kadar güvenilir şekilde geldiğini anlayabiliyoruz. Yani günümüzde sanki hadisler kulaktan kulağa gelmiş gibi davranılıyor. Halbuki bir kişi rivayeti aldığı kişinin yanında aylarca bekleyebiliyor veya diğer şarta baktığımızda, doğru sözlü olma, hafızası kuvvetli olma gibi onlarca şartla beraber günümüze geliyor. Bir hadise baktığımızda kim tarafından kime söylenmiş senedleriyle beraber her türlü bilgi içerisinde mevcut. Hatta şöyle söyleyim bir kişi gençliğinde hafızası kuvvetliyken ondan hadis kabul edilirken yaşlanınca hafızasını kaybetti diye o kişinin evliya olduğunu düşünseler bile ondan hadis almamaya başlıyorlar. Bu kadar titizlikle gelen bir mesele nasıl kulaktan kulağa denebilir?
Cevap: A) Hadis yazımı
Sahabelerin hadisleri yazmasıyla ilgili delil varsa Ebubekir ve Ömerin hadis yaktığıyla ilgili delil de var. “Kitap ehlinin sapıtma sebebi bu hadisler” diyerek hadisleri yakıyorlar ve Ebu hureyreyi hadis naklettiği için azarlıyorlar. Hz. Ömer dizisinde geçiyor. 📖İbni Sad, Tabakat, 5/140 diyor ki: "Hadisler, Ömer döneminde çoğalmıştı. Ömer halktan beraberlerinde bulunan hadis sayfalarını getirmelerini istedi. Sonra bunların yakılmasını emrederek şunu söyledi: “Kitap Ehli’nin Mişnası gibi Müslümanların Mişnasıdır bunlar.”
B) Namaz detayı
Yine namaz konusunun örnek verildiğini görüyoruz bunun sebebi namazın son nebi ile başladığını zannetmeleri. Bütün toplumlara aynı şey emredildi, isa bebekken “bana namazı ve zekatı emretti” (19:31) dedi, Meryem validemiz tapınaktayken “ruku edenlerle birlikte ruku et” (3:43) emrini aldı. Peygamberimiz Musevilerle birlikte mescidi aksaya dönerek namaz kıldı, sonra kıble değişince kimin son nebiye uyduğu belli oldu (2:143). Buraya dikkat, peygamberle birlikte namaz kılan Museviler var, sadece kıble değişince kimin son nebiyi kabul ettiği ortaya çıkıyor. Demek ki rekat sayıları olsun, namazın şekli olsun hep aynıymış, tek fark yöneldikleri kıble olmuş.
C) Tarihi kaynak
Hadislerin doğruluğunu kabul edip etmemek, tarih kitabını kabul etmeye benzemez çünkü din konusu çok çetrefilli ve düşmanı bol olan konudur. "Şüphesiz biz, insanların ve cinlerin Allah hakkında asla yalan söylemeyeceklerini sanıyorduk." (72/Cin 5) Cinler bile Kuranı dinleyip iblisin kendilerini kandırdığını fark edince “Allah hakkında yalan söylemezler sanıyorduk” demiştir. Halbuki en çok yalan din hakkında söylenmiştir. Heleki o din son şeriat olan islam ise iftiralar daha çok olacaktır. Daha peygamberimiz hayattayken bile “bize başka kuran getir yada bunu değiştir” (10:15) diyenler onun vefatından sonra neler yapar neler. Her yandan hurafeler insanlara sunarlar, bunu da evliya/hoca efendi denilen koyun postu giymiş kurtlarla yaparlar. Örnek fetö.
Şeytan ne demişti? “İblîs dedi ki: "Bundan böyle benim sapmama izin vermene karşılık, ant içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım. Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın." (Araf 16-17) İblis doğru yola oturacağını söylüyor, nasıl oturuyor? İnsanlara sağdan yanaşıyor yani en masum duygularımızla, din ile kandırıyor. Hurafeleri hadis diye kakalıyor, Kurandan uzak tutuyor, “sen Kuranı anlamazsın başka kitaplar oku” diyor.
D) Senet zinciri
Hadislerin senedi de sahihliğine delil değildir çünkü hadis uyduranlar senedi rahatlıkla uydurabilir. Çok mu zordur İyi bir insanın adını kullanarak “ben şundan işittim o da şundan işitmiş, peygamber demiş ki” diye palavraları yaymak. Hiç zor değildi ve böyle de yapıldı. Göklere çıkarılan ama halk ile röportaj yapan bir gazeteci olan Buhari, dinlediği hadisler 600bin tane olunca kafasına göre eleme yapıyor ve 7bin küsür taneye düşürüyor. 593bin hadis çöpe gidiyor. Aynı şekilde Müslim de geziyor ve halkı dinliyor. O da 300bin hikayeden kafasına göre eleme yapıp 3bin küsür tane seçip yazıyor. Buraya dikkat, Müslim, Buharinin sahih dediklerine uydurma diyor ve yazmaya tenezzül bile etmiyor. İşte hadislerin sahihliği, kişiye göre değişen sahihler. Hal böyleyken sened zinciri sağlam diyerek sahihliği kişiye göre değişen kulaktan dolma hikayeler %100 sahih ilan edilemez. En sahih dedikleri hadisler tek ayetle yerle bir oluyor ne hikmetse. Kertenkele öldürüp sevap kazanmaya da sahih derler, ayeti keçi yedi yalanına da. Nasıl bir sahih tanımları varsa hep Kurana zıt olanları beğeniyorlar. Aynı konuda farklı bir şey söyleyen Kurana uygun hadis de var ama onları hiç dile getirmiyorlar, varsa yoksa Kurana zıt hadislerle ayetleri mehcur bırakıyorlar. "Ve elçi dedi: Rabbim, kavmim bu kuranı terk ederek benimsedi." (25:30) İşte bu durum bin yıldan beri sürmekte, kurana iman ettiklerini söyleyenler başka kitaplara sarılmaktalar.
İddia: Peygamberimiz bizzat kendisi hadis yazmayı yasaklamıştır. Peki buna ne diyeceksin. Bestami: Bu bilgi yine hadislerle bize ulaşıyor. O zaman hadisleri kabul etmeyen birisi bu bilgiyi niye kabul ediyor diye sormak lazım. Ama baktığımızda hadisleri incelediğimizde cevabı görebiliyoruz. Peygamber 23 yıllık peygamberlik döneminde ilk başında hadis yazmayı yasaklıyor. Ama neden, çünkü kuran daha yeni yeni nazil olduğu için insanlar onun anlatım üslubuna daha yeni alıştığı için onunla beraber hadisi yazmayı o dönem için yasaklıyor. Çünkü insanlar kurana alışmamış, karıştırılma endişesiyle beraber, insanlar karıştırır hadisle kuranı diye ilk başta yasaklıyor. İlerleyen dönemde artık kuranın üslubu anlaşıldığı için yazmaya izin veriyor. Bu mesele ilk dönemle alakalı bir mesele.
Diğer bir hususda şu: Peygamber yazmayı yasaklaması kuranın olduğu levhaya yazmayı yasaklıyor. Bir insan kuranın yazıldığı levhanın altına hadis notu düşünce ileride insanlar kuranla hadisi karıştırabilir endişesiyle peygamber aynı levha üzerine hadis yazmayı yasaklıyor. Özetle peygamber ilk dönem için yasaklamış devamında izin vermiştir ve kuranın bulunduğu levhanın üzerine yazmayı yasaklamıştır.
Cevap: Peygamberimizin hadis yazmaya izin vermesi mümkün değildir çünkü kendi sözleri de zaten ayetlerin aynısıdır, Kuranı ezberleyin, aklınızda ayetler olsun demesi daha mantıklıdır. Eğer peygamber hadis yazmaya izin verdiyse 4 halife neden yazılan hadisleri yaktı ve neden hadis kitapları 200 yıl sonra ortaya çıktı. Buhari nasıl 600.000 hadisten 7.000 tanesini seçti, peygamber yazdırsaydı Buhari gibi araştırmacı yazarlar “zaten yazılmış, ben ne uğraşcam” der otururdu. Zaten yazılmış birşeyi 200 yıl sonra halkla roportaj yaparak yeniden yazmak için uğraşmazlardı.
İddia: Tamam anladım ama sahih hadisler arasında aklıma yatmayan hadisler var, bunu nasıl kabul edicem? Mesela “dünya öküz ve balığın üzerindedir” hadisi. Secde dünya öküz ve balığın üzerinde mi? Astronomi bunu net şekilde ortaya koymuştur. Bestami: Şimdi Kuranı kerimde önceden bahsettiğimiz gibi nasıl muhkem ve muteşabih ayetler var yani teşbihe dayalı benzetmeye dayalı ayetler var, aynen öyle hadisi şeriflerde teşbihe dayalı hadisler var. Yani hadisi inkar etmeden önce bunun bir mana ifade edip etmediğini incelemek lazım. Mesela örnek versem “devlet kalem ve kılıç üzerindedir” desem itiraz eder misiniz. Bu ne mantıksız bir mesele demezsiniz değil mi çünkü burada verilen bir mana vardır nedir, devletin devamı ilim ve güçle alakalıdır diye mana veririm benzetme yaparım. Aynı bu örnekle peygamber dünyanın öküz ve balık üzerinde olduğunu söyleyerek aslında dünyanın geçiminin su ve karada sağlandığını söylemiş oluyor. Balıklarla ve öküz gibi toprak sistemiyle ziraatla alakalı geçimin devam ettiğini bize bildiriyor. Bununla alakalıda astronomiyle alakalı işari mucizelerin olduğunu görebiliyoruz. Bu mana şuanlık yeterli.
Cevap: A) Mecaz hadis
Uydurma hadise cevap deyince akıllarına sadece “Yeryüzü öküz ve balığın sırtındadır..” Hadisi geliyor çünkü sadece ona kılıf bulabilmişler. Geçim hayvancılık ve balıkçılık üzerineymiş de ondan bahsediyormuş. Peki öyle kabul edelim, devamında “Balık sallanınca depremler olur” deniyor o ne hikmettir? Balık kımıldayınca deprem olması bunun teşbih olmadığını gösteriyor. Halk öyle inanıyormuş, hadis toplayanlar bunu peygamber sözü zannetmiş, bu kadar basit. Halktan duyulan söylentilerin derlenmesi sonuçta.
B) Hadis inkarcısı ifadesi
Birşeyin inkar edilebilmesi için onun gerçek/hak olması gerekir. Mesela Allah, melekler, kutsal kitaplar, Resuller, kıyamet günü (4/136) haktır. Bunlardan birini kabul etmeyene inkarcı denebilir. Ama hadisleri kabul etmeyene inkarcı denmez çünkü hak değildir, hadisler söylentilerin derlenmesidir ve kişiye göre değişen sahihlerdir. Buhari Müslimin beğendiklerini beğenmemiştir, Müslim de Buharinin beğendiklerini beğenmemiştir, ittifak ettikleri hadisler sınırlıdır. Hatta "Buhari ve Müslimin ittifak ettikleri hadisler" diye kitap yazmışlardır. İttifak etmedikleri de vardır, ittifak etmemek demek "bana göre uydurma" deyip kitabına almamaktır. Kişiye göre değişen sahihlere hak denmez ve kabul etmeyene inkarcı denmez. İnkarcı deniyorsa kutsallık atfedilmiştir. Hadislere verilen bu kutsallık Allahtan başka rabler edinmektir.
İddia: Peygamberimiz haramı ve helali kendisi belirleyebilir mi? Mesela altın haram fakat ayette geçmiyor. Bestami: Zaten baştan beri anlattığımız gibi Kuran birçok yerde peygambere yönlendirdiği için doğal olarak peygamberin haram kılma yetkisini anlamış oluyoruz. Haram helal kılma yetkisinde de kuran temel bilgileri verir, peygamber de ayrıntılarda (açıklar) haram kılma yetkisi elbette vardır. Bununla alakalı iki ayeti örnek verelim. Haşr 7.ayette buyrulur ki “peygamber size neyi verirse alın, neyi yasaklarsa vaz geçin” diye mealen buyrulur. Araf suresinde 157.ayette ise iyi ve hoş şeyleri, temiz şeyleri helal kılacağını ve kirli ve çirkin şeyleri yasaklayacağını bu ayette bize belirtir. Yani temel olarak kurana baktığımızda peygamberin haram ve helal kılabileceğini net olarak görebiliyoruz.
Cevap: A) Haram koyma yetkisi
Dinde haram – helal, farz – nafile, günah – sevap gibi konuları ilah kim ise o belirler, dinin sahibi haram koyar. Peygamberimiz ise Allahın mesajını bize ulaştırır, vahiy alıp insanlığa duyurur ve bu dini emirler kutsal kitap olarak tamamlanır. “Dininizi tamamladım” (5:3) ayeti inince de hüküm bakımından tamamlanmıştır, son şeriat iki kapak arasında toplanmıştır. Kıyamete kadar bu hükümler geçerli olacaktır. Peygambere haram koyma yetkisi vermek onu elçi konumundan ilah konumuna getirmektir. Sünniler önce “peygamber namazı detaylandırır” dediler sonra “peygamber haram koyar” diyerek onu ilah yaptılar. Bir şeyin dinde haram olması için Allahın yasaklamış olması gerekir. Örneğin alkol, domuz eti, ölü enam, faiz, zina, cinayet gibi şeyler Allah tarafından yasaklandığı için dinde haramdır. Yani “bunlar dinimizde yasak kardeşim” demek için elinizde kapı gibi ayetler vardır. Hiç kimse de çıkıp bunların haramlığını tartılmaya açamaz.
Kuranda olmayıpta dinde haram olduğu iddia edilen ne varsa yalandır çünkü Allah haramları vahiyle indirmiştir. Bir şeyin islamda haram olduğunu iddia etmek için kapı gibi ayet göstermeniz gerekir. “De ki: "Allah'ın bunu haram ettiğine dair tanıklık edecek tanıklarınızı getirin." Eğer onlar tanıklık ederlerse sen onlarla beraber tanıklık etme. Âyetlerimizi yalanlayanların ve ahirete iman etmeyenlerin tutku ve kuruntularına uyma. Onlar, Rabb'lerine eş tutuyorlar. (6/Enam 150) ayetinde haram uyduranların Rablerine ortak koştuğuna dikkat çekiliyor. Gerçekten de birşeyi Allah adına haram edipde ayet göstermezseniz başka rab edinmiş olursunuz. Tevbe 31.ayette buna dikkat çekilir.
Peygamberin altın yüzüğü yasaklamış olması ise dinde haram olarak sayılmaz. Ancak kendi görüşü olarak “altın takılar kadınlara yakışıyor, kırmızı ipek kadınlara yakışıyor, siz erkekler kadınları güzel gösteren şeyleri giymeyin, adam gibi giyinin” demiş olabilir. Bunu demesinde sakınca yoktur, din adına haram koymuş olmaz. Mesela belediyeler de “çimlere basmak yasak” diyerek çime basmayı haram eder ancak bunu Allah adına yapmazlar. İşte peygamberin yasakları da böyledir, şeriat olacak bir haram koymamıştır koyamaz, çünkü elçiler mesajı iletir, mesaja ilave yapmazlar. Padişahın elçisi fermana ilave yapabilir mi? Hele bir yapsın padişah kellesini uçurur. Aynı şeyi dinde düşünürsek Allah padişahtır, hz muhammed padişahın elçisidir. Eğer Allahın söylemediği şeyi söyleseydi yani Allah bunu da haram etti diyerek Kuran dışına çıksaydı şah damarı kopardı. (69:44-46)
B) Resul ne verdiyse alın ayeti
Haşr 7.ayette şöyle buyrulur: ALLAH'ın o ülkelerin halklarından elçisine ganimet bıraktığı şeyler ALLAH'ın ve elçisinindir. Yani akrabalara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara verilmelidir ki zenginlerinizin arasında tekelleşmesin. Elçinin size verdiğini alın; ancak onun size vermediğinden uzak durun. ALLAH'ı dinleyin. ALLAH'ın cezalandırması çetindir. (59:7) Yani ganimet bölüşümünden bahseden bir ayet. Öyle olmasa bile “resul ne verdiyse alın” deniyor. Resul ayet verir, başka bir şey veremez. Nebi ise kendi görüşünü söyleyebilir. Kurandaki nebi ve resul farkını da bilmedikleri için haşr 7.ayeti her seferinde çarpıtırlar. Ama "Bu Allah ve resulunden uyarıdır.." (9/1) ayetini gördükleri zaman "Allahın uyarısı buysa resulun uyarısı nerede?" demezler. İki yüzlülük yaparak resule uymayı kuran dışına çıkmak olarak kabul ederler. Allah ise şöyle buyurur: "Sana indirildikten sonra sakın seni Allah'ın ayetlerinden alıkoymasınlar. Sen Rabbine çağır ve sakın müşriklerden olma." (28/Kasas 87)
C) Temiz şeyleri helal kılar ayeti
Araf suresi 157.ayette “Onlar ki, o ümmî peygambere uyarlar, yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılmış bulacakları o peygambere uyup, onun izinden giderler ki, o, onlara iyiyi emreder ve onları kötülüklerden alıkoyar, temiz ve hoş şeyleri kendilerine helâl kılar, murdar ve kötü şeyleri de üzerlerine haram kılar, sırtlarından ağır yükleri indirir, üzerlerindeki bağları ve zincirleri kırar atar, işte o vakit ona iman eden, ona kuvvetle saygı gösteren, ona yardımcı olan ve onun peygamberliği ile birlikte indirilen nuru izleyen kimseler var ya, işte asıl murada eren kurtulmuşlar onlardır.”
Peygamberimiz kime haram helal koyuyor? Kitap ehline yeni şeriat getiriyor, üzerindeki zincirleri kırıyor, dini kolaylaştırıyor. Yeni şeriatı kabul ederlerse dini yaşamaları daha kolay oluyor. Yani peygamber yine kuran dışı haramlar uydurmuyor, yeni ayetleri okuyarak haram helal koymuş oluyor. Bu kadar basit. Ayetin içinden bir cümleyi alıp " peygamberin haram koyma yetkisi varmış" demek apaçık tahrifattır, şarlatanlıktır.
İddia: Peygamber efendimiz için bazı rivayetlerde ayakta su içtiği söylenirken bazı rivayetlerde de oturarak su içtiği söyleniyor. Hangisine inanacağız? Bestami: Burda hadis anlama usulünün bilinmediği anlaşılıyor. Çünkü hadisleri yanlış anlama gibi bir problem olabilir. Burada bir öğretmenin öğretme metodu vardır. Oturarak su içmeyi önermiştir sünnet budur ama insanlar bunun farz olacağını düşünmesin, ayakta su içildiğinde haram olduğunu düşünmesin diye, kolaylık olsun diye ayakta su içtiği de olmuştur. Yani burdaki oturarak su içme önerilendir sünnettir, ama ayakta su içmek de haram değildir diye ümmetine anlatmak için ayakta da su içmiştir. Temelde mesele, birisi sünnettir, birisi de kolaylık olsun diye ruhsattır.
Cevap: Şayet peygamberimiz hep oturarak su içseydi, hiç ayakta içmeseydi bile oturarak su içmek farz olmazdı, ayakta su içmek haram olmazdı çünkü dinde haramı helali Allah belirler. Oturarak 3 yudumda su içmek, sakal bırakmak, sarık sarmak gibi kişiler tercihler Sünnilerin takıntılı olduğu eften püften konulardır. Allahın kişinin tercihine bıraktığı ne kadar konu varsa getirirler sünnet derler.
İddia: Hadislerde deve sidiği içmek geçiyor, bunu kabul ediyor muyuz? Bestami: Tabiki kabul ediyorum. Burada dediğim gibi hadisi anlama usulünü bilmek lazım. Burada sanki peygamber sürekli deve sidiği içmeyle ilgili öneride bulunuyormuş gibi gösteriliyor. Halbuki bu mesele dışarıdan gelen bir grup için özel tıbbi müdahaledir. Nasılki şuanda hastanede tıbbi mesele olduğunda ilaç kullanılır, ilaçlar çeşitlenebilir, bunun gibi de peygamber dışarıdan gelen bir gruba hastalıklarının şifa bulabilmesi için deve sidiğini ve devenin sütünü (karıştırmayı) önerir. Buradaki mesele tıbbi bir müdahale ve hastalığa şifayla alakalı adımdır. Ama insanlar ne yapıyor, hadisin hangi olay üzerine söylendiğini bilmeyince sanki sürekli bu öneriliyormuş gibi düşünülüyor. Halbuki olayın tıbbi müdahale olduğu bilinse bütün herşey çözülecek.
Cevap: Katılıyoruz, deve sidiği hasta olan bir gruba özel söylenmiş olabilir. Lakin günümüzde araplar öyle anlamıyor, ağzını devenin giderine dayayıp lıkır lıkır sidik içen mi ararsınız, hiç hastalığı olmadığı halde sütle sidiği karıştırıp içen mi ararsınız, youtube videolarında bunlar mevcut. Hatta geçen senelerde deve sidiği içen hacılar zehirlenmişti. Hadis severler “bal şifadır” (16:69) ayetini bırakıp deve sidiğinde şifa arar olmuşlar.
İddia: Birisi insafla ve vicdanen araştırıyorsa, gerçekten hakikati bulmak istiyorsa Kuranın bu (yukarıdaki iddialar) ayetlerine baktığında ve hadisleri anlama usulünü öğrendiğinde aslında sahih hadislerin ve sünnetlerin ne kadar gerekli ve önemli olduğunu, aslında sahih hadislere uymamız gerektiğini ve bunları inkar etmenin ne kadar gereksiz olduğunu anlayacaktır. Birde şöyle düşünelim. Eğer anlamadığımız bir hadis dahi olsa bunu neden inkar edelim ki, şunu demek daha mantıklı değil mi? Bir manası vardır, ben şuan anlamamış olabilirim. Bunun elbette bir işareti bir benzetme usulü olabilir diyerek hadisi inkar etmek yerine “ben şuanda anlayamadım ileride anlayabilirim” demek daha mantıklı değil mi daha insaflı değil mi?
Cevap: İşte Sünnilerle Kuran Müslümanları arasındaki fark bu cümlelerde çok açık ortaya çıkıyor. Sünniler “bir hadisi anlamıyorsanız ileride anlarım deyip geçmek daha mantıklı” diyor. Kuran Müslümanları ise “bir ayeti anlamıyorsanız ilim ve bilinç seviyenizi artınca tekrar okursunuz” diyor. Birisi zanna davet ediyor diğeri vahye davet ediyor. Seçim sizin.
Bu yazımızda sözler köşkü isimli nurcu cemaatin iddialarına cevap verdik. Yıllarca aynı yerde takılıp kalmışlar, cevaplarımızı hiç dinlememişler. Bunu da dinlemeyecekler ve ayetleri kullanarak rivayetlere davet etmeye devam edecekler. Ayetin içinden bir cümleyi alarak peygamberi ilah konumuna getirecekler ve Allah böyle diyor diyerek yalan söyleyecekler. "Onlardan bir zümre vardır, aslında Kitap'tan olmayan bir şeyi siz Kitap'tan sanasınız diye, dillerini Kitap'la eğip bükerler. O, Allah katında olmadığı halde, "Bu, Allah katındandır." derler. Bilip durdukları halde, Allah hakkında yalan söylerler." (3/Ali imran 78) Eğer böyle yapmazlarsa ve “her şeyi açıklayan kitap” (16:89) ayetine iman ederlerse ellerindeki hurafe kaynakları çöp olacak, insanları uyutamayacaklar, takipçileri yıllarca kandırıldıklarını anlayınca lanet okuyacak. Bu yüzden sünni/sufi tayfa sahabelerin yolu olan Kuran müslümanlığını hep şer olarak görecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?