Kuran müslümanlığı hakkında bilgiler

Mustafa Öztürk hocanın tarihselcilik fitnesi!

Mustafa Öztürk
Mustafa Öztürk kimdir? Mustafa Öztürk, 1965 yılında Giresun Keşap köyünde doğdu. 1983 yılında Giresun İmam Hatip lisesinden mezun oldu. 1987 yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. 1987-1999 yılları arasında Mersin ve Giresun'da öğretmenlik yaptı. 1998 yılında Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Tefsir Anabilim Dalında ''Muvaffakuddin El Kevaşi: Hayatı, Eserleri ve tefsirdeki metodu'' isimli teziyle yüksek lisansı tamamladı. 1999 yılında Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler enstitüsü'ne araştırma görevlisi olarak atandı. 2001 yılında Tefsir anabilim dalında araştırma görevlisi olarak çalıştı. 2002 yılında ''Tefsirde batınilik ve batıni te'vil geleneği'' isimli teziyle doktora yaptı. 2003 yılında Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalında yardımcı doçent olarak atandı. 2005 yılında ''Kuran'ın mutezile yorumu: Ebu Müslim El İsfahani örneği'' isimli çalışmasıyla doçent, 2011 yılında prof oldu.

Kendisini tarihselci olarak tanımayan, Kuran'ın indiği döneme hitap ettiğini söyleyen ilahiyatçı yazar Mustafa Öztürk'e cevaplar vermeye çalışacağız. Videolarından ve kitaplarından alıntılar yaparak iddialarını Kuran ile kıyaslayacağız. Reddiyelerin amacı müslümanları bilinçlendirmek ve düşünmeye davet etmek içindir. Diğer reddiyeleri okumak için #Reddiyeler etiketine tıklayınız.

Mustafa Öztürk Yanlışları!

Cennet anlatımlarını küçümsüyor
Selam kelimesini küçümsüyor
Firavunu savunuyor
Kuranda edebi hata buluyor
Cinlere yabancı insan diyor
Çocuk evliliğini kabul ediyor
Hikmeti peygamberle sınırlıyor
Cuma gününe siyasi diyor
Sonsuz azabı kabul edemiyor
Kıyamet gününü kaldırıyor


Cennet anlatımlarını küçümsüyor

İddia 1: Babam ben çocukken derdi ki: ‘’Bak oğlum, Allah öbür dünyada bizi nerede ağırlayacak biliyor musun? Altından ırmaklar akan, koltuklara kurulacağımız , sırf muhabbet edeceğimiz cennette.'' dedi. Bende düşündüm, altından ırmak akıyor, koltuk var, şuan bile koltukta oturuyorum. Ben giresun doğumluyum, o kümmet yaylasına doğru vadiden girdiğimde (cennet gibi yerdir) Tefsirlere baktım, cennetteki ağaçlar yerden yukarı değil yukarıdan yere doğruymuş. Ağaç olduktan sonra aşağı olsa ne olur yukarı olsa ne olur. Birde daha sıkıntılı bir şey var. Fatır Suresi 33.ayette ‘’Altın bilezik ve ipek elbise giyecekler’’ yazıyor. Allah aşkına ya, ipek elbise giy birde altın bilezik tak sonra dışarı çık bakalım, sana ne diyecekler? ‘’Gay’’ derler. İmam Maturidi tam bin yıl önce ne yazmış biliyor musunuz? fatır suresinin 33.ayet tefsirine demiş ki, amiyane tabirle söylüyorum: ''bu bilezik şeyi bizi bozar'' diyor. Aynen böyle diyor. ''Bu erkeğin şanına yakışmaz'' diyor. ''Ama arap bunu sever'' diyor. [Dostder - Satır arası söyleşi - mart 2014 - Mustafa Öztürk - Youtube: Mustafa Öztürk Arşivi]

Cevap: Mustafa Öztürk’e göre Allah Teala cennet ehline ipek giysi ve altın bilezik giydirmekle hata ediyor. Kuran ayetlerinin Arapların hoşuna gidecek şekilde yazıldığını iddia ettiği için cennet tasvirlerinin de Araplara yönelik olduğunu ve aslında ipek giysi ve altın bileziklerin cennette olmadığını çünkü erkeği gay (eşcinsel) gibi göstereceğini söylüyor. Çünkü zihninde ‘’altın ve ipek ümmetin erkeklerine haramdır’’ hadisi yer etmiştir. Bu yüzden Allah’ın vaad ettiği giysilerle dalga geçmektedir. Kendisini desteklemek için ise maturidi isimli adamı delil göstermektedir. Oysa rabbimiz cennetin özelliklerini Arapların hoşlanacağı şekilde değil, hak/gerçek olarak anlatır. Kuran ayetleri arapları avutmak için değil, gerçeği bildirmek için inmiştir. ''İşte bunlar Allah'ın ayetleridir ki onu sana hak olarak okuyoruz. Öyleyse Allah'tan ve onun ayetlerinden sonra hangi hadise inanacaklar?'' [Casiye suresi 6] Ayetlerin gerçeği yansıttığını öğrendikten sonra şimdi cennet giysisini anlatan ayete bakalım: ''Adn cennetlerine dahil olurlar. Orada altın bilezikler ve incilerle süslenirler. Ve onların elbiseleri ipektendir.'' [Fatır Suresi 33] ayetinin hak/gerçek olduğuna inanmak Müslümanlığın gereğidir. Bu ayetin gerçeği yansıtmadığını söyleyip ‘’araplar ipek giysi, altın ve inci sevdiği için bunlar vaad edilmiş’’ demek Allah’ın Arapları kandırdığını ve Allah’ın yalan söylediğini iddia etmektir. Allah arapları kandırmak için ayet indirmeyeceğine göre ayetler gerçeği yansıtır.

Selam kelimesini küçümsüyor

İddia 2: Yaşadığımız gerçeklikte "Selam" kelimesinin içeriği gayet yalan, basit, cılkı çıkık olduğu için "Hepsi bumu?" (diye düşündüm.) Bir de "Selamun gavlen" varya hanımlarında kendi aralarında kullandığı, o gün Allah onlara bir "selam" diyecek. Bir de "Lâ yesmeûne fîhâ lagven" (Vakıa 25) ayeti var. Lagven kelimesini de tasavvufçular bir içeriklendirmiş "Boş söz, lehviyat" gibi. Allah Allah (dedim) Orada hiç şaka yapılmayacak, latife olmayacak. Selam var birde ciddi olacağız, bu ne abi. Ben dedim ne yapayım bu cenneti. Derken akademik hayata intibak ettim bir yazı yazdım: Bu cennet arabın cenentidir diye. [Dostder - Satır arası söyleşi - mart 2014 - Youtube: Mustafa Öztürk Arşivi]

Cevap: Allah cennetliklere selam veriyor, bundan daha büyük lütuf olabilir mi? Karşındaki mahalleden arkadaşın değil alemlerin rabbi olan Allah. Bunun değerini anlamak için cehenneme gitmeyi beklememek gerek. Ayrıca "Orada boş söz işitmezler ve günaha girmezler." (Vakıa Suresi 25) ayetteki لَغْوً Lağven: "boş söz,faydasız söz,çirkin konuşmak,batıl ve yersiz olan söz" gibi anlamlara gelir. Boş sözden kasıt, insanın canını sıkan lakırtı ve Allah’ı küçümseyen sözlerdir. Cennette dünyadaki kötülükler olmayacağı için hep mutluk hep neşe hep güzel söz olacak ve hiç boş söz, can sıkıntısı, mutsuzluk olmayacaktır. Allah yine cennetin güzel bir özelliğinden bahsetmiştir. Mustafa Öztürk ise "Ne yapayım böyle cenneti" demektedir. Sonra da boş sözün olmadığı cenneti "Arabın cenneti" olarak nitelemektedir. Oysaki her insan boş sözleri sevmez, normal bir insan boş söz duyunca içi sıkılır. Cennet ise boş sözün olmayacağı hep güzel sözlerin olacağı yerdir.

Fravunu savunuyor

İddia 3: Öte yandan tanrı israiloğullarını en azından belli bir dönemde cümle aleme üstün kılmış ve bu seçkin halkını Mısır'dan çıkarmak uğruna hemen her türlü şiddete baş vurmuştur. Mesela firavun ve halkının üzerine çok feci bir veba salgını salmış; Mısır topraklarını çekirge, at sineği ve kurbağa sürüleri istila etmiş; Nil nehri kan akmaya başlamıştır. Bütün ülke içinden çıkılmaz bir karanlığa gömülmüştür. Ülkenin dört bir yanındaki insanlar ve hayvanların bedenlerinde irinli çıbanlar çıkmıştır. Ayrıca tanrı bütün mısırlıların ilk doğan erkek çocuklarının ölümüne hükmetmiş ve sonunda firavun ve avanesini sulara gömmüştür. Doğrusu bu tanrı, Karen Amstrong'un ifadesiyle "Son derece zalim, tarafgir ve katil bir tanrıdır. Orduların tanrısı, Yahova Sabaoth olarak bilinecek olan bir savaş tanrısıdır bu. Kendi gözdeleri dışında hiç kimseye küçücük bir merhamet kırıntısı taşımayan, basit bir kabile tanrısıdır." [Kaynak: Mustafa Öztürk - Kıssaların Dili Sayfa 53, Ankara okulu yayınları]

Cevap: İsrailoğullarını kölelikten kurtarmak için verilen musibetler ibret almaları içindi lakin fayda etmeyince zorla kendilerini suda boğdurdular. Ayrıca erkek çocukların öldürülmesi Allahın emri değil firavun emriydi. "Sizi firavun ailesinden kurtarmıştık. Size kötü bir azap tattırıyorlardı; oğullarınızı öldürüyor, kadınlarınızı sağ bırakıyordu. Bunda rabbinizden büyük bir bela vardı." [Bakara Suresi 49] Bu ayeti de gizleyen öztürk, Allahı zalimlikle suçlamaktadır haşa. Tam bir deist kafa yapısı.

İsrailoğullarının zulüm görmesindeki diğer sebep ise onların köleliğe razı olmasıydı. Allah'ın sünnetinde ''…Şüphesiz ki Allah bir kavme verdiğini onlar kendisi bozuncaya kadar bozmaz. Allah bir kavme kötülük dilerse artık mani olabilecek yoktur..’’ [Rad Suresi 11] emri olduğu için onların kölelikten kurtulması için bir şeyler yapmaları lazımdı. Bunu tek başlarına yapamadıkları için Allah onlara Musa aleyhisselamı lider olarak gönderdi. İsrailoğulları köleliği kabul edip Firavun’a boyun eğdiği için ‘’Firavun belasını başınıza sardınız’’ anlamında ‘’Rabbinizden bir bela vardı’’ (Naziat 24) denmiştir.

Kuranda edebi hata buluyor!

İddia 4: “…Sırası gelmişken şunu da belirtelim ki dil, üslup ve ifade düzeyindeki mükemmelliğe atfen Kur’an’ın Arapça değil “Rabça” olduğuna ilişkin popüler söylem de gerçeğe tekabül etmemektedir. Çünkü Kur’an’da son derece beliğ (düzgün söz) ifadeler mevcut olduğu gibi lahn (Edebi hata) tartışmasına konu olan sorunlu ibareler de mevcuttur. Diğer bir deyişle, Kur’an’da îcâz (Özlü sözler) olduğu kadar ıtnâb (luzumsuz detaylar), itâle (sözü uzatmak) ve tatvîl (uzatma) de vardır. Azımsanamayacak ölçüde tekrarlar vardır. Keza ayetlerin hecelerinde ses uyumu (seci/nesir kafiyesi) sağlamak için, geçmiş zaman kalıbı yerine şimdiki zaman kalıbı kullanmak, tekil yerine çoğul, dişil yerine eril zamirler kullanmak, bazı özel isimlerin özgün şeklini değiştirmek, kelimelerin sonuna harf eklemek, harf düşürmek ve hatta “üzerine çıktıkları/çıkacakları merdivenler’ şeklinde tercüme edilen ve-meârice aleyhâ yezharûn (43/Zuhruf 33) ibaresinde olduğu gibi manaya katkısı bulunmadığı halde ayet sonuna aleyhâ yezharûn (üzerine çıktıkları/çıkacakları) şeklinde bir ibare eklemek gibi hususiyetler de mevcuttur.” (Mustafa Öztürk, Kur’an ve Tefsir Kültürümüz, Sayfa 15-16).

Cevap: Mustafa Öztürk Kuranın lafzen Hz. Muhammed'e ait olduğunu söylediği için ''Edebi Hatalar, gereksiz uzatmalar var'' diyerek Kuran'daki ayetlerin yanlış yazıldığını ve gereksiz ayetler olduğunu iddia etmektedir. Bir müslüman için Kuran Allah'ın indirdiği gibi yazılmıştır çünkü Allah vahyi unutmaması için peygamberimizin hafızasına kazıyacağını şöyle bildirmiştir: "Sana okutacağız böylece unutmayacaksın." [A'la Suresi 6] Ayrıca peygamberimizin Kuran'a kendisinden birşeyler katması da mümkün değildir. Eğer vahiyle oynama yapsaydı bizzat Allah onu cezalandırırdı: "Bize karşı bazı sözler uydurmuş olsaydı, Elbette onu sağından yakalardık. Sonra onun şah damarını elbette keserdik." [Hakka Suresi 44-46]

Cinlere yabancı insan diyor

İddia 5: (Cahiliye dönemindeki) Araplarda cinler tıpkı insanlar gibi yaşarlar. Kabileler arası ittifak kurarlar, anlaşmaları olur, savaşlar çıkarırlar. Mesela bu Araplar çöl fırtınalarını cinlerin savaşları olarak algılarlar. İnsanlarla evlenirler, aşk ilişkisine girerler mesela siylat dediğiniz cinler daha çok kadınsı bir surette ete kemiğe bürünüp ayartıcı bir rol üstlenirler. Bir takım şairlere ve kahinlere yukarılara çıkıp göklere çıkıp -çünkü algı öyle onlarda- tanrısal varlıklar ve ilahi bilgiler hep göktedir cinler oralara yükselirler, kulak kabartırlar, bir takım oralardan haberler çalarlar ve gelirler irtibatlı oldukları kişilere bu bilgileri aktarırlar. Ve bu bilgiler daha çok şairlere ve kahinlere aktarılır. Şairler bu açıdan sıra dışı insanlar olarak kabul edilir Araplarda. Çünkü onlar cinlerin ilhamıyla şiirlerini oluştururlar. Kahinler cinler vasıtasıyla geleceğe dair bilgi edindikleri, kayıp olan şeyleri buldukları, ileride olup bitecek olayların akıbetin nereye varacağını bildikleri düşünüldüğünden, mesela kabile liderler savaş kararı vermeden gidip kahine danışır. Birisi yitiği olduğu zaman bulunması için kahine danışır. Kahinler bir takım böyle cinlerle irtibata girerler, azail dediğimiz cinleri istihdam ederek güya bu bilgileri onlardan temin ederler... ''Bu algıyı bir anlatalım ki, insanlarımızın bugün cinlere dair inandıkları inanışların ne kadar Kuran ile ne kadar Kuran’dan önce müşrik arap toplumunun folklorik/animistik inançlarıyla ilgili olduğunu mukayese imkanı verelim. Bu bilgiler şu açıdan da önemli, Kuranda bu cinlerle ilgili anlatılan ayetlerin niçin anlatıldığının da bu aslında alt yapısını oluşturuyor. Biz genellikle Kuranı açtığımızda cinler hakkında Kuran konuşuyorsa bizi sıfırdan cinler hakkında bilgilendirmek istemiş rabbimiz (diye düşünüyoruz), ‘’cinler önemli bir mesele çocuklar bunu öğrenmelisiniz’’ der gibi bir algı var bizde. Oysa böyle bir şey yok.'' [Kanal 24 - Mustafa Öztürk ile Din ve Hayat - Bölüm 2, 13 Eylül 2014 - Youtube: Mustafa Öztürk Arşivi]

Cevap: Cinler 3.boyutta göremediğimiz farklı boyutta yaşayan beden sahibi canlılardır. Kuranda cinlerin bizi görebildiği ama bizim onları göremediğimiz de geçer, göğe çıkıp haber dinlediği de geçer, cinlerin insanları saptırmak için vesvese verdiği de geçer, dinden sorumlu oldukları da geçer. (Detaylar: Kuranda cinler)

Çocuk evliliğini kabul ediyor!

İddia 6: Şimdi sordunuz: Kocası ölmüş kadının iddeti şu kadar, hamileninki doğuma kadar. Haa, evlenmiş dul kalmış çocuk gelinlerinki ne kadar diye merak buyuruyorsanız onlar da 3 aydır. Birde adetten kesilmiş menepoza girmişler (ne kadar?) onu da soruyor. (Muhammed)Esed kıvırıyor, ‘’O öyle çocuk yaştaki kadın demek değil. Fizyolojik olarak vücudunda sıkıntı olup bir türlü regl olamayanlar demek’’ (diyor.) Bak şimdi, izah edemiyor şimdi bunu. Niye? Baştan tükürdüğü ‘’Kuran baştan sona evrenseldir’’ dediya. Bunun neresi evrensel diye birisi çıkıp soracak şimdi, bumu evrensel? Diyecek. Çünkü hükmü baştan öyle koydu. Peki sayın Esed 2014 (yılındayız) geriye doğru makarayı saralım. 1900’de çocuk gelin. 1800de çocuk gelin, 1700-1600-632ye kadar gidiyorsunuz ümmet kesintisiz olarak bu ayette anlatılan küçük yaşta evlenip dul kalanlar diye altına da döşenmiş. Aha bu sahabe 8 yaşında şuna gocaya gitti, şu oğlana 11 yaşındaki şununla evlendirdi.(diye yazmışlar) Siz bir Aişe’yi biliyorsunuz ben listesini çıkardım 50-60 (tane buldum). Şimdi bu ayet yazıyor diye siz de evrensel dedinizya, ben de tarihsel deyip (eskiye) gömdüm. Sen gömme gel şimdi. Peki o ayetteki bu vakıayı işte vücut biyolojik arızası var diyerek bunu tevil ettin, kepaze olmaktan kurtardın haşa Kuranı. Ne yaptın biliyor musun? Ben sana arkadan gülüyorum kıs kıs. Buna yutturdun da bana nasıl yutturacaksın? [Mustafa Öztürk- Dostder: Satır arası söyleşi - mart 2014 - Youtube: Mustafa Öztürk arşivi]

Cevap: Tarihte çocuk gelinlerin olması İslam'da pedofiliye cevaz verilmiş olması ve peygamberin bunu uyguladığı anlamına gelmez. Talak 4.ayette ‘’evlenip dul kalmış çocuk gelin’’ olayından bahsedilmez. Çünkü İslam’da ‘’Nikah çağı’’ diye bir kavram vardır. Nisa Suresi 6.ayette ''Yetimleri nikah çağına erişinceye kadar deneyin. Artık onlarda bir rüşd (olgunluk) sezerseniz o zaman mallarını verin..’’ yazmaktadır. Nikah çağı 6 yaş mıdır, 8 yaş mıdır? 6-8 yaşındaki çocuk mal verince yönetebilir mi? Demek ki araplara ''Nikah çağı'' denilince büyüyüp babasının malını teslim alacak kapasitede bir genç düşünüyorlardı.

Ayrıca iddet beklemek cinsel birleşme ile alakalı bir durumdur. ''Ey iman edenler! Mümin kadınları nikahladıktan sonra temas etmeden önce onları boşarsanız o takdirde sayacağınız bir iddet yoktur. Onları metalandırın (mehiri verin) ve güzel bir bırakışla boşayın.'' [Ahzab Suresi 49] Hayız görmemiş çocukların evlenip boşanması söz konusu ise hangi cinsel ilişkiden sonra iddet bekleyecekler ve çocuklarla nasıl illişkiye girecekler? Çocukların cinsel istismarı sonrası vajina yırtılması sebebiyle ölümcül kanamalar olabilmektedir. Doktorlar böyle vakalar ile karşılaşmaktadır.

İslam’da çocuk gelin olmadığına dair diğer delil ise erkeğin mehir verme zorunluluğu olmasıdır. Bu mehir boşanma durumunda kadının aç/açıkta kalmamasını sağlayan, Allah’ın emrettiği bir farzdır. ‘’Eğer eşinizin yerine başka bir eş almak isterseniz, ve onlardan birine yükler dolusu (mehir) verseniz bile artık ondan birşey almayın. Onu alacak mısınız iftira ederek ve apaçık günah işleyerek?’’ [Nisa Suresi 20] ayetinde belirlenen mehirden vaz geçip zorla geri almak isteyenler eleştirilmiştir. Bu belirlenen mehirden vaz geçmek ancak kadının rızasıyla mümkündür. Eğer kadın çalışıyorsa ve ihtiyacı yoksa boşanırken mehir almayabilir.‘’Ve kadınlara mehirlerini bağışlayın. Eğer kendisi ondan birşeyi size iade ederse onu afiyetle yiyebilirsiniz.‘’ [Nisa Suresi 4] Mehir; başlık parası gibi kızın ailesine değil, bizzat kızın kendisine verilen mal/ para'dır. Şimdi düşünelim: Hayız görmemiş çocuklar boşandığı zaman aldıkları mehirle ne yapacaklar? Oyuncak mı alacaklar? Mehir delili de İslam’da çocuk gelin olmadığını gösterir.

Diğer delil ise evlenmeyle ilgili ayetlerde ‘’kadın’’ kelimesinin kullanılmasıdır. Örneğin: نَكَحْتُمُ الْمُؤْمِنَاتِ izâ nekahtumul mu’minâti : ‘’Mümin kadınları nikâhladığınız zaman’’ [Ahzab 49] ifadesidir .Mümin kadın olmak için ise yetişkin olmak lazımdır. Çocuk ise ‘’Veled’’ kelimesiyle ifade edilir. İslam’da çocuk gelin vardı diyenlere soralım: Hayız görmemiş kız çocukları kadın mıdır? 6-8 yaşındaki çocukları sokakta ip atlarken görenler ‘’mümin kadınlar oyun oynuyor’’ mu derler yoksa ‘’çocuklar oyun oynuyor’’ mu derler? Tabi ki çocuklar ip atlıyor diye düşünürler. O halde çocukların evlenip boşanacağını söyleyen zihniyet cinnet geçirmiştir.

Bunca ayetten sonra Resulullah’a isnad edilen ‘’Peygamber, Aişe 6 yaşındayken onunla evlenmiş, 9 yaşındayken de gerdeğe girmiştir.’’ [Buhari: Nikâh 40 (67)] hadisinin uydurma olduğu anlaşılmaktadır.Tarihi bilgilere göre de Aişe’nin evlilik yaşı 6 değildir. Abdurrahman b. Ebi’z-Zinâd, İbn Kesir ve İbn Hacer’e göre Ablası Esma Âişe’den on yaş büyüktü. Esmâ hicri 73 yılında yüz yaşında öldü. Dolayısıyla Esmâ’nın hicrette 27-28 yaşlarında olması gerekir. Esmâ Âişe’den on yaş büyükse Âişe hicrette 17-18 yaşında olmalıdır. O halde Âişe Rasûlullah’la beraber yaşamaya başladığında 19-20 yaşlarında olmalıdır.

Geleneğin (Mezhepleri ve hadisleri mutlak doğru olarak görenlerin) kabul ettiği çocukların evlendirilmesi olayının Kurani dayanağı yoktur. Bu yüzden ‘’Hadislerde Aişe’nin 6 yaşında evlendiği yazıyor, tefsirlerde sahabe 8 yaşındaki çocukla evlenmiş yazıyor’’ derler ve talak 4.ayete ''henüz'' kelimesi ekleyerek manayı bozarlar. Zaten aklı başında bir insanın da 6 yaşındaki çocukla evlenmeyi düşünmesi mümkün değildir. Anaokuluna giden bir çocukla evlenmeyi düşünmek pedofili hastası olmaktır. Pedofili tanımı: ‘’Pedofili ya da sübyancılık, yetişkin bir kimsenin ergenlik öncesi çocukları veya ergenliğe yeni girmişleri cinsel açıdan çekici bulması ve cinsel eğiliminin çocuklara yönelik olmasına neden olan psikoseksüel rahatsızlık. Bu rahatsızlığa sahip kişilere pedofil ya da sübyancı denir.’’ (Wikipedia)

Şimdi peygamberin 6 yaşındaki çocukla evlendiğini de kabul eden ama bu uygulamanın tarihe karıştığını söyleyen Mustafa Öztürk’e soralım: 1- Allah Arapların sübyancılık zevkine hitaben ayet mi indirdi? Kuran Arapların zevkine hitap eden bir kitapsa bizim Müslüman olmamızın gereği nedir? İslam Arapların diniymiş bizi ırgalamıyormuş diyelim o zaman? 2- Talak 4.ayette ‘’adet görmeyen çocuklar evlenip boşanırsa’’ yazıyorsa Nisa suresi 6.ayetteki ‘’Nikah çağı’’ neyi anlatıyor? 3- Çocuk evliliği 1440 yıl önce caizdi de 21.yy’da tarihsel mi oldu? Bu hükmü kim kaldırdı? 4- Kuran hükümlerini nesh etmek kimin haddine? Bakara 106.ayete göre bir hüküm kalkınca onun yerine daha hayırlısı getirilir. Allah nesh eder. Çocuk evliliğini kim nesh etti? 5- Tarihselci zihniyete göre peygamberimiz çocukla evlenip ilişkiye girmiştir. O halde çocuk gelin almak peygamber sünnetidir. Sübyancılar ‘’bende bu sünnete uymak istiyorum, peygamberimiz gibi 6 yaşındaki çocuklarla evlenmek istiyorum’’ derse ne cevap vereceksiniz? Hem peygamber adına uydurulan yalanları sahih kabul ediyorsunuz hem de Talak 4.ayete ‘’henüz’’ kelimesi ekleyip hayız görmemiş çocukların iddetinden bahsediliyor diyorsunuz. 6- Adet görmeyen çocuğun iddeti olur mu? İddet bekleme süresi hayız gören kadınlarla cinsel ilişki yaşanmışsa söz konusudur. İlişkiye girilmeyen kadınların iddet beklemesine gerek yoktur. Belli ki bu iddet kadının hamile olup olmadığını anlamak içindir. Hayız görmeyen bir çocuk nasıl hamile kalacakta iddet bekleyecek? 7- Neresinden tutsan dökülen bu sübyancılığı peygambere yakıştıran hadisleri ve (z)alimleri savunma sebebiniz nedir?

Hikmetin peygambere özel olduğunu sanıyor!

İddia 7: Hikmetten konu açılmışken şunu da söyleyim. Peygamber efendimizle ilgili olarak da bu kelime geçer. Mesela ''yuallimukumul kitâbe vel hikmete'' der. Peygamber efendimizin misyonunu Kuranı kerim anlatırken ''size hem kitabı öğretir hem hikmeti öğretir.'' (Bakara 151) Peki, kitabı biliyoruz, kitap Allah'tan gelen vahyi ''Allah size bunları emrediyor, buyuruyor'' diye vahyi öğretiyor. Peki hikmet nedir? Hikmette imam şafi'nin ilginç bir yorumu var. Hikmet sünnettir der. Gelenekte imam şafi'nin gerek sünnet anlayışına gerek dini metinleri yorumlayışına ve her meseleyi mutlaka bir nassa dayandırmaya çalışmasına tepki koyanlar bu yorumu indirgemeci bulurlar yani ''Hikmet sünnete eşitlenemez'' derler. Ben mealde de zannedersem dipnota bunu yazdım ve halen de aynı kanaatteyim. İmam şafii'nin bu hikmet kelimesini peygamber efendimizin sünneti olarak yorumlaması ve anlaması bana öteden beri hep makul ve isabetli görünmüştür. Çünkü peygamber efendimiz Kurandan anladığını kah diliyle kah fiilleriyle ortaya koyar. Hikmet söze tekabül edince yerli yerinde konuşmaktır. Fiile tekabul edince de doğru düzgün iş yapmaktır. Sözde ve davranışta tutarlı olmaktır. [Mustafa Öztürk ile Sözden Öte - Kanal 24 - Bölüm 18, 03.01.2015 - Youtube: Mustafa Öztürk Arşivi]

Cevap: Kitap ve hikmet, kitap verilen tüm nebilere verilmiştir. ''Ve Allah, nebilerden kesin söz aldığı zaman ''size kitap ve hikmet verdim...'' [Ali İmran 81] Nebilere verilen kitap ve hikmet, samimi müslümanlara da verilir. Çünkü kitabın içeriğini kavrayıp hayat felsefesini ona göre düzenleyenler otomatik olarak hikmetli davranmaya başlar. Her müslüman kitaptaki hikmeti öğrenmeye çalışmalıdır. ''Evlerinizde okunan, Allah'ın ayetlerini ve hikmeti zikredin. Şüphesiz ki Allah lutfeden ve herşeyden haberdar olandır.'' [Ahzab 34] Bu azim sonucunda Allah teala samimi müslümanlara hikmeti bahşeder. ''(Allah) dilediği kişiye hikmet verir. Kime hikmet verilirse çok hayır verilmiştir. Akıl sahiplerinden başkası tezekkür edemez.'' [Bakara Suresi 269]

Hikmetin peygamber sünneti olarak algılanması ise sünnet adı altında sunulan şeylerin kutsanmasına yol açacaktır. Çünkü kimine göre sünnet misvak kullanmak, tuvalete sol ayakla girmek, oturarak su içmek iken kimine göre sünnet kadınları sünnet etmek, ayeti keçinin yediğine inanmayanlara peygamber düşmanı demek, sakal keseni öldürmektir. Hikmeti peygamber sünnet olarak anlamak ''kime göre hangi sünnet'' sorusunu da beraberinde getirir. Gerçekte ise hikmet, kutsal kitaptan öğrenilen bilgeliktir ve Allah'a teslim olan samimi müslümanlara da hikmet verilir.

Cuma gününe siyasi diyor

İddia 8: Mubarek günlerde vefat etmenin bir anlamı var mı, Cuma günü, kadir gecesi gibi? Özel bir anlamı yok. Mübarek günün sayısı da o kadar fazla yok zaten. Cuma gününün Cuma günü olması aslında başlangıç itibariyle siyasi ve stratejiktir. Yani Yahudilerin Cumartesi gününe karşı Resulullah efendimiz de Cuma’yı koymuştur. [Mustafa Öztürk ile sözden öte - Kanal 24, Bölüm 19, 10 Ocak 2015 - Youtube: Mustafa Öztürk Arşivi]

Cevap: Cuma günü; yahudilerin cumartesi gününe muhalefet etmek için değil, Allah tarafından tayin edilmiştir. Ayette ''Ey iman edenler! Günlerden Cuma namaz için seslenildiği zaman derhal Allah'ın zikrine koşun ve bırakın alışverişi. Eğer bilenlerden olacaksanız sizin için hayırlı olan budur.'' [Cuma Suresi 9] buyrulmuştur. Cuma gününü peygamberimiz değil Allah teala belirlemiştir.

Sonsuz azabı kabul edemiyor

İddia 9: Cehennem azabı sonsuz mu? Benim aklıma yatan – bakın kanaatimi söylüyorum ama bir hüküm vermek mümkün değil- aklıma yatan nedir, hepte akli çıkarımlardır bunlar büyük ölçüde. Cenabı Allah’ın esma ve sıfatlarına bakıyorsunuz kahir ekseriyeti rahmetten, merhametten, bağışlayıcılıktan bahsediyor. Öbür taraftan bakıyorsunuz sınırlı süreli bir hayatımız var sınırlı süreli de bir suçumuz cezamız var. Sınırlı süreli bir suça sınırsız-sonsuz azap,ilahi adaleti aklına getiriyorsun ‘’cık’’ (böyle şey olmaz) diyorsun falan. Ama bunlar bizim sadece şahsi kanaatlerimiz, ‘’azap sonsuz olmaz inşallah’’ demekten fazla öteye gitmedi. [Mustafa Öztürk - Kanal 24 - Sözden Öte - 24 Ocak 2015 - https://youtu.be/oTevjOgEGfI?t=220]

Cevap: Allah’ın merhametli oluşu iman edip Salih amel işleyen mü’minler içindir. Resullere yalancı diyen, Kuran’a inanmayan veya inandığı halde Allah’tan başkalarını yüceltip kula kulluk eden kâfirlere karşı merhametli değildir. Sınırlı süreli hayatımızın olması ahrette sonsuz karşılık alacağımızı etkilemez. Çünkü Allah ‘’Düşünecek kişinin düşüneceği kadar süre vermedik mi?’’ (Fatır/37) buyurmuştur. İster 60 yıl yaşayan insan olsun isterse 1000 yıl yaşayan insan olsun iman etmedikten sonra 100.000 yıl yaşasa bile ölümden sonra ki hayatının süresini etkilemez. Örneğin Nuh peygamber 950 yıl tebliğ yapmıştır. O dönemde bin yıl kadar yaşayabilen insanlar 950 yıl boyunca Müslüman olmadı diye cehennemde 950 yıl kalacak değiller. 610 yılında son nebiyi kabul etmeyenler 80-100 yıl yaşıyor diye cehennemde 100 yıl kalacak değiller. Asıl böylesi bir karşılık haksızlık olurdu. Bin yıl yaşayanların cezası daha uzun, yüz yıl yaşayanların cezası daha kısa sürecekti. Kuran’da ise kaç yıl yaşadığının önemi olmadan tebliğe muhatap olupta kabul edenlere sonsuz cennet mükafatı, kabul etmeyenlere ise sonsuz cehennem azabı vaad edilmiştir. Bu konuda ‘’Ebed’’ ve ‘’Halid’’ kelimeleri üzerinden çıkarım yapanlar ahiret hayatının da bir sonu olduğunu söylerler. Eğer cennet ve cehennem kalıcı değilse evrenin yaratılmasının anlamı kalmaz. Nebiler, sıdıklar, şehitler, Salihler yok olacaksa Allah neden insanı yarattı?

Halid ve Ebed kelimelerine bakalım. Halid: ‘’Daimi, ölümsüz, sonsuz’’ gibi anlamlara gelir. Ebed: ‘’ebediyen,her zaman,bundan böyle’’ gibi anlamlara gelir ve ‘’şunu şöyle yapana kadar, ölünceye kadar’’ gibi şeyler için de kullanılır. Dünyada ebedilik şartı yasağın süresi sona erince biter. Örneğin peygamber hanımlarıyla evlenmek ebediyen yasaktı ‘’.. ve onun zevcelerini ondan sonra nikahlamanız ebediyen olmaz..’’ (Ahzab suresi 53) Bu yasak peygamberin hanımları vefat edince sona erdi. Buradaki ebed kelimesi ‘’peygamber eşleri ölünceye kadar’’ anlamı taşıyordu. Ahirette ise ölüm olmadığı için ebediliğin süresi yoktur. ‘’Orada ilk ölümden başka ölüm tatmazlar. Onları cehennem azabından korumuştur.’’ [Duhan Suresi 56] ayetindeki ilk ölüm ifadesi dünyadaki ölümdür ve başka ölüm olmadığını bildirir. Kafirler ise ölüp yok olmayı dileyecek ama mümkün olmayacak. ‘’Şüphesiz ki sizi yakın bir azapla uyardık. O gün kişi elleriyle takdim ettiklerine bakacak ve kâfir diyecek ki: ''Keşke toprak olsaydım'' [Nebe Suresi 40]

Ahiretin de yok olacağına dair delil gösterilen Hud 107-108.ayetlerde cennet ve cehennemin bir gün yok olacağından bahsedilmez, orada kalıcıdırlar ama Allah isterse onu da yok eder anlamına gelir. Ayet şöyledir: ‘’Gökler ve yer devam ettikçe orada kalıcıdırlar. Rabbinin dilediği şey hariç. Kuşkusuz senin rabbin ne dilerse yapandır. Fakat mutlu kimseler artık cennettedir, onun içinde kalıcıdırlar gökler ve yer devam ettikçe. Rabbinin dilediği şey hariç. Kesintisi olmayan bağıştır.’’ [Hud 107-108] ayetinde kıyamet koptuktan sonra yeni gökler ve yer yaratılacağı, bu yeni evren kaldıkça cennetin ve cehennemin kalıcı olduğu bildirilmiştir. Fakat Allah isterse yeni evreni de yok edebilir, Allah dilediğini yapar denmiştir. Lakin bu ifade ‘’Bir gün ahret hayatını da yok edecek, hepiniz yok olacaksınız’’ demek değildir.

Kıyamet gününü kaldırıyor

İddia 10: Ölmüş insan kıyameti yaşamış demek midir? Bizde şöyle bir süreç var. Ölüm – Kabir – berzah alemi – kıyametin kopması – yeniden diriliş. Böyle bir çizgisel hat var doğrusal hat üzerinde gidiyor bu. Dünya hayatı burada kesiyor ölüm bunu. Arada tabiri caizse bekleme salonu gibi bir berzah hayatı ara kesit. Sonra bir diriliş kıyamet. Öyle mi öyle. Peki, birinci soru şu: Kuranı kerimde müşriklerin defalarca peygamber efendimizin ahret ve dirilişle ilgili ayetleri tebliğ etmesi karşısında inanmadıkları için müstehzi bir tavırla ‘’Ve yegulune meta hazal va'du in kuntüm sadiqin: ''Eğer doğru sözlüyseniz bu vaad ne zaman?'' derler.’’ (Yasin 48, Mülk 25) diyerek dalga geçtiklerine dair ayetler var. Hadi canım, madem ölümden sonra dirilişimiz hak, kıyamette kopacak haydi buyurun ne zamanmış kopsun da görelim. Allah yeri geliyor ‘’geldi eli kulağında kıyamet işte şimdi geliyor’’ tarzında vakıa 83.ayetten itibaren aşağı doğru bakarsanız ölümle birlikte hem cennetin nimetleri hem de cehennemin azap ve dehşetli sahneleri birden anlatılıyor. Biraz önce (bahsettiğim) ‘’Melekler onları temiz şekilde vefat ettirirken derler ki: Selam üzerinize olsun. Yaptıklarınız sebebiyle dahil olun cennete.’’ [Nahl suresi 32] ayeti de var. Ölmek üzere olan insana melekler diyecek ki müminlere: ‘’Selamun aleyküm, korkmayın, esenlik içindesiniz buyurun cennete’’ Hemen cennete geçtiler, hiç kabir mabir yok, kıyamet de yok henüz, buda ayet. Vakıa suresini açın bakın ‘’ Fe levla iza beleğatil hulqum: Artık şayet (can) boğaza dayandığında.’’ [Vakıa Suresi 83] Can boğaza dayandı, öldü. Siz o sırada ölen adama bakar durursunuz biz ona daha yakınız'' derken ordan sonra müminler cennete giderler, kafirler cehenneme giderler diye bir sahne devam ediyor. Arada kesit mesit yok... İlmi ilahide geçmiş-gelecek-şimdi arasında bizim kısıtlılıklarımız ve sınırlarımız içerisinde değerlendirmek ne kadar isabetsiz ise ahirete dair olacak bitecekleri de bu dünyada yaşadığımız zaman-mekan ve 3 boyut içerisine sokmak, buradan hareketle ‘’Henüz daha kıyamet kopmadı, mahşer olmadı’’ demek sıkıntılı bir iş. Ölüm anıyla birlikte buradan ayrılacağı ve başka bir varlık boyutuna geçileceği için; kıyametin kopması, mahşerin olması, cehennemle veya cennetle karşılaşmamız gayet olağandır. Ben böyle bir son ve sonuç bekliyorum, böyle inanıyorum. [Kaynak: Mustafa Öztürk ile sözden öte - Kanal 24, Bölüm 19, 10 Ocak 2015, Youtube: Mustafa Öztürk arşivi]

Cevap: Kıyamet gününe de inanmayan Mustafa Öztürk'e göre ölünce hemen cennete yada cehenneme gidiyoruz. Böyle inanma sebebi konuyla ilgili diğer ayetleri göz ardı etmesidir. Nahl 32.ayetteki meleklerin sözü iyi insanları güzel karşılamaya yönelik sözdür. ’'Melekler onları temiz şekilde vefat ettirirken derler ki: Selam üzerinize olsun. Yaptıklarınız sebebiyle dahil olun cennete.’’ ayetinde melekler iyi insanları kafirlere yaptıkları gibi dayak atarak değil güzel sözlerle karşılıyorlar ve iman edip salih amel işledikleri için vaad edilen cennete girebileceklerine dair temenni de bulunuyorlar. ''şimdi seni cennete götüreceğim'' anlamında ''haydi cennete girin'' demiyorlar. Çünkü konuyla ilgili diğer ayetler ölenlerin kıyamete kadar uyku sürecinde bekleyeceğinden ve kıyamet günü dirilip hesap vereceğinden bahseder

Dirilince herkes bir gün uyuduğunu sanacaktır. Bunun örneği dünyadayken 100 yıl ölü kalıpta dirilen adamın 1 gün uyuduğunu sanmasıdır. ''Veya o kimse ki, uğradı bir kasabaya, ve dedi ki ''o çatıları üzerine çökmüş harabe yeri nasıl diriltecek bu Allah.'' Sonra Allah onu 100 yıl ölü bıraktı sonra diriltti ''ne kadar kaldın'' dedi. ''Bir gün veya günün bir kısmı kadar'' dedi. (Allah dedi) ''Hayır, yüz sene kaldın...'' [Bakara suresi 259] İşte kıyamet günü de insanlar bu şekilde kısa bir süre ölü kaldıklarını sanarlar. Diğer ayet ise şudur: ''Sizi çağıracağı gün derhal ona hamd ile icabet edeceksiniz ve (kabirde) çok az kaldığınızı zannedeceksiniz.'' [İsra Suresi 52]

Kıyamet ise Allah'ın herkesten gizlediği bir zamanda kopacak ve ilk insandan son insana kadar herkes dirilecektir. ''Şüphesiz ki o saat gelecektir. Onu neredeyse (herkesten) gizleyeceğim ki, bütün nefsler yaptığının karşılığını alsın.'' [Taha suresi 15] Kıyamet süreci ise Sur'a üfürülmesiyle başlayacaktır. ''Surun içine üfürüldüğü zaman onlar kabirlerden rablerine koşarlar. Derler ki: ''Veyl olsun bize. Uyuduğumuz yerden bizi kim diriltti, bu rahman'ın vaad ettiği şeydir, resuller doğru söylemişler. Sadece tek bir çığlık olur. Böylece onlar topluca yanımızda hazır bulunurlar. '' [Yasin Suresi 51-53 ]

O büyük günde ameller tartılacak, kimin nereye gideceği belli olacaktır. ''Karia. (Ansızın gelen kıyamet) Nedir karia? Karia’nın ne olduğunu sana bildiren nedir? O gün insanlar yayılmış kelebekler gibi olurlar. Dağlar ise etrafa saçılmış renkli yünler gibi olurlar. Artık kimin (sevap) tartıları ağır gelirse, Böylece O, razı olacağı bir yaşamdadır. Ama kimin tartıları hafif gelirse, Artık onun anası haviye’dir. Onun ne olduğunu sana bildiren nedir? (Haviye) Kızgın bir ateştir. [Karia Suresi 1-11]

Sonuç: Tarihselcilik; Kuran hükümlerinin araplara yönelik olduğunu, günümüze hitap etmediğini söyleyen, Kuran'da hata bulan ateizm alternatifi bir inançtır. Bu inancı benimseyen Mustafa Öztürk gibilerin destekçisi de ateistlerdir. Tarihselcilerin insanları İslam'a davet edebilmesi de mümkün değildir. Tam aksine müslüman olmak isteyenleri Kuran'dan soğutacak ve müslüman olmuşları da Kuran'dan şüphe ettirecek tarzda söylemleri mevcuttur. Bu yüzden tarihselcilik fitneden başka birşey değildir. Kuran araplara değil, her çağa hitap eden yüksek ahlaki değerler öğreten son kutsal kitaptır. ''İşte bu kitap ki onda şüphe yok. Takva sahipleri için hidayettir.'' (Bakara Suresi 2)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?