Kuran müslümanlığı hakkında bilgiler

Mevlana Gerçekleri: Rumilerin ibretlik zihniyeti!

mevlana
Mevlana Celaleddin Rumi Kimdir? Mevlana olarak bilinen Celaleddin Rumi, 30 Eylül 1207 yılında Afganistan sınırları içerisindeki Horasan yöresinin Behl şehrinde doğdu. 17 Aralık 1273 yılında Konya'da öldü. Babası Bahaeddin Veled'dir. Annesi Belh emiri Rukneddin kızı mumine hatun'dur. Farsça yazdığı şiirler ile tanınmıştır. Sufizm yolunu benimseyen Celaleddin Rumi, Anadoluda Allah dostu olarak bilinir. Ortadoğuda ise şair olarak bilinir.

Bu yazımızda; Mesnevi, Fihi Mafih, Rubailer, Ariflerin menkıbeleri, Divanı kebir gibi kitaplardan alıntılar yaparak Mevlana felsefesi hakkında bilgi vereceğiz. İslam dininin kutsal kitabı olan Kuran-ı Kerim ile Rumilik öğretilerini kıyaslayacağız. Birazdan okuyacaklarınıza şaşırıp ''Ben mevlana'nın bunları diyeceğine inanmıyorum, onun adına uydurulmuş şeylerdir''diyebilirsiniz ama şunu unutmayın ki bunlar mevleviler tarafından okutuluyor ve İnsanlara bu kitaplar tavsiye ediliyor. Biz de delillerimizi sunarak rumilik fitnesine karşı ümmeti uyarmayı gerekli gördük. Allah dostu olarak tanıtılan kişilerin İslamı tahrif çabasına karşılık elimizden geldiği kadar reddiye yazmaya çalışıyoruz.

(Bu yazıyı okuyacak kişilerden ricamız, çocukluktan beri öğretilen kulaktan dolma bilgileri bir yana bırakmaları ve sakin kafayla okumalarıdır. Burada amacımız dindar kalmaya çalışanlara bilgi vermek ve neye niçin inandığının farkına vardırmak. Tüm yazılarımız insanları neye niçin inandığını bilmeye davet etmekte ve taklidi imandan tahkiki imana sevk etmektedir. Emeğe saygı için bir hayır duası yeterlidir. Kaynak soranlar ve kendisi kontrol etmek isteyenler için sayfa numarası ve ekran görüntüsü yazı içerisinde paylaşılmıştır.)

Mevlana Gerçekleri - Rumilerin ibretlik zihniyeti

+ Mesneviyi Kuranla yarıştırıyor!
+ Allaha çocuk isnad ediyor!
+ Kadınları yerden yere vuruyor!
+ Allahın kuluyum demeyi yasaklıyor!
+ İslamın üstünlüğünü kabul etmiyor!
+ Şarabı kendine helal kılıyor!
+ Türk düşmanlığı yapıyor!
+ Moğol ajanlığı yapıyor!
+ Kabe düşmanlığı yapıyor!
+ Müstehcen hikayeler anlatıyor!
+ Sonuç


1) Mesneviyi Kuran ile yarıştırıyor!

Daha kitabın başında ''Mesnevi, hakikate ulaşma ve yakin sırlarını açma hususunda din asıllarının asıllarının asıllarıdır. Tanrının en büyük fıkhı, tanrının en aydın yolu, tanrının en açık burhanıdır..'' [Mesnevi Önsöz] diyerek kendini son nebi, kitabını da son kutsal kitap gibi tanıtan mevlana hazretlerinin iddiaları şöyle.

A) Mesnevi Alemlerin rabbinden indirildi iddiası!

Celaleddin Rumi, Kuran'ı güzelce tarayıp özelliklerini öğrendikten sonra bu özellikleri kendi kitabı için kullanmıştır. Kitabın önsözünde ''Mesnevi alemlerin rabbinden inmedir'' diyerek kendisine kutsal kitap verildiğini söylemiştir.

Mesnevi âlemlerin rabbinden inmedir, bâtıl ne önünden gelebilir ne ardından. Tanrı onu korur gözetir. Tanrı en iyi koruyandır, merhametlilerin en merhametlisidir. Mesnevi'nin bunlardan başka lâkapları da var, o lâkapları veren de tanrıdır. Fakat biz bu az lâkapları anarak sözü kısa kestik. Az çoğa, bir yudum su göle, bir avuç tane büyük bir harmana delâlet eder. [Mesnevi, Önsöz, Sayfa 7, cilt 1, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]
mevlana
Alemlerin rabbinden inen, önünden ve arkasından bâtılın yanaşamadığı, Allah'ın koruduğu kitap Kuranı Kerimdir. Utanmadan sıkılmadan bu özellikleri mesneviye vermekte ve bunu tanrıya isnad ederek kendi kitabını kutsamaktadır. Şimdi taklit ettiği ayetlere bakalım.

Bâtıl ona önünden ve arkasından gelemez. Hikmet sahibi övülen (Allah) tarafından indirilmiştir. [Fussilet Suresi 42]

Şüphesiz zikri biz indirdik ve şüphesiz onu elbette koruyacağız. [Hicr Suresi 9]

Kitabın indirilmesi aziz ve alim olan Allah tarafındandır. [Mu'min Suresi 2]


Mesnevi'nin alemlerin rabbi tarafından indiğini söyleyen ifadeleri tevil etmek ve şirin göstermek için "Aslında öyle demek istemedi, gönül vahyi demek istedi, Kuran'da arıya bile vahyedildiği geçiyor. Mevlana'nın bahsettiği de ilham denilen vahiydir." diyenler olabilmektedir. Çünkü Allah dostu ilan ettikleri adama toz kondurmak istemezler. Gerçekte ise tevil ettikleri gibi değil, nebilere verilen kitap gibi kitap verildiğini söylemiştir. Hatta Celaleddin Rumi'nin kendisi ilhamla yazdı diyenleri yalanlamıştır.

"Bu ne yıldız bilgisidir ne remil ne de rüya. Tanrı doğrusunu daha iyi bilir ya Tanrı vahyidir! Sofiler bunu halktan gizlemek için gönül vahyi demişlerdir. Sen istersen onu gönül vahyi farzet." [Mesnevi, Cilt 4, Beyit: 1852-1854, sayfa 151, MEB Yayınları, 1995 İstanbul]
mevlana


Kendi elleriyle yazdığı kitaba vahiy diyen Celaleddin Rumi gibi sahte peygamberler hakkında şu ayet inmiştir.

Allah'a yalanla iftira eden veya kendisine bir şey vahyolunmadığı halde ''bana vahyolundu'' diyen kişiden daha zalim kimdir? Ve kimdir ''Allah'ın indirdiği şeyin benzerini indireceğim'' diyenden? O zalimleri ölüm zahmetinde bir görseydin. Melekler ellerini açıp ''Çıkarın nefsinizi, bugün alçaltıcı azap cezası var. Çünkü Allah'a karşı hak olmayan şeyler söylüyordunuz ve onun ayetlerine karşı büyüklük taslıyordunuz. [6/Enam suresi 93]


B- Temiz kişilerden başkası dokunamaz iddiası!

Önsöz'de sadece mesnevi'nin vahiy olduğu değil, temiz kişilerden başkasının dokunamayacağı da yazmaktadır. Kuran'ın her özelliğini kendi kitabına uyarlamaktan çekinmemiştir.

Şüphe yok ki Mesnevi gönüllere şifadır. Hüzünleri giderir, Kuran'ı apaçık bir hale koyar, rızıkların bolluğuna sebeb olur, huyları güzelleştirir. Şanları yüce özleri hayırlı kâtiplerin elleriyle yazılmıştır, temiz kişilerden başkasının dokunmasına müsaade etmezler. [Mesnevi, Önsöz, Sayfa 7, cilt 1, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]


Bu cümleler de Kuran'ı anladığı dilde okuyanlara tanıdık gelmiştir. Gönüllere şifa, şerefli katiplerin yazması, temiz kişilerden başkasının dokunamaması hep Kuran ayetidir.

Ey insanlar! Size rabbinizden vaaz ve gönüllere şifa gelmiştir. Müminler için hidayet ve rahmettir. [Yunus suresi 57]

Kuşkusuz o elbette şerefli bir Kuran'dır. Saklanmış bir kitabın içinde. Ona temizlenmiş/arınmış olanlardan başkası dokunamaz. Alemlerin rabbinden indirilmiştir. [Vakıa Suresi 77]

Artık kim dilerse onu zikreder. Değerli sayfalarda, Yüceltilmiş, temizlenmiş. Katiplerin elleriyle, Şerefli güzel huylu. [Abese suresi 12-16]


C- Ormanlar kalem olsa denizler mürekkep olsa!

Celaleddin Rumi'nin Kuran'ı taklit ettiğine dair diğer örnek ise ''Ormanlar kalem olsa, denizler mürekkep olsa'' ayetini kendi kitabına uyarlamış olmasıdır.

"Ormanlar kalem olsa, denizler mürekkep olsa yine mesnevi'nin biteceğini umma." [Mesnevi, cilt 6, Beyit: 2248]


mevlana


Bu ifadeler Kuran'da Allah'ın sözlerinin tükenmeyeceğine dair örnek vermek için kullanılmıştır. Rumi yine bir ayeti kendi kitabını övmek için kullanmıştır. Taklit ettiği ayetler şunlardır;

"Eğer yeryüzündeki ağaçlardan kalemler olsa ve denize ondan sonra yedi deniz daha eklense Allah'ın kelimeleri tükenmez. Şüphesiz ki Allah azizdir hakimdir." [Lokman Suresi 27]

"Deki: Eğer rabbimin kelimeleri için deniz mürekkep olsa ve onun bir mislini daha takviye getirsek bile rabbimin kelimeleri tükenmeden önce deniz tükenirdi." [Kehf Suresi 109]


D- Mesnevi neden Kuran olmasın!

Sözde evliya özde sahte peygamber olan Celaleddin Rumi, vahiy alıp mesneviyi yazdığını söyledikten sonra kendi kitabını Kuran’dan üstün görmeye başlamış, kendi yalanına inanmıştır. Böylece "Mesnevi Kuran tefsiridir" diyenlere hakaret edip "Mesnevi neden Kuran olmasın" diyerek kendi yazdığı kitaba tâbi olmuştur.

Sultan Veled buyurdu ki: Dostlardan biri babama: Danişmentler ''Mevlana Mesnevi'ye niçin Kur'an diyor?'' diye benimle münakaşa ettiler. Ben kulunuz onlara cevaben: "Mesnevi Kuran tefsiridir dedim" diye şikayette bulundu. Babam bunu işitince bir müddet sustu, sonra: ''Ey köpek! Niçin Kur'an olmasın? Ey eşek! Niçin Kur'an olmasın? Ey kahpenin kardeşi! Niçin Kur'an olmasın? Peygamberlerin ve velilerin söz kalıpları içinde ilahi sırların nurlarından başka bir şey yoktur. Tanrı'nın kelamı onların temiz yüreklerinden kaynamış ve ırmak gibi olan dillerinden akmıştır.'' [Ariflerin Menkıbeleri 1, Ahmet Eflaki, sayfa 306, Hürriyet Yayınları 1973, Çeviri: Tahsin Yazıcı]


Yok artık bu kadar da sapıtmış olamaz diyorsanız bunu Rumilere anlatmanız gerekir, zira onlar bu kitapları okutuyor ve tavsiye ediyor. Biz de resmi olarak basılmış bu kitaplardan alıntılar yaparak mevlana gerçeğini anlatmaya çalışıyoruz.

Celaleddin Rumi, Mesnevi’yi Kuran ilan etmekle kalmamış ve melek aracılığıyla gelen vahyin uçup gideceğini ama aracısız gelen vahyin kalıcı olacağını söylemiştir. Böylece "Kuran melek vasıtasıyla indiği için değersizdir ama mesnevi aracısız indiği için daha değerlidir" demek istemiştir, haşa. Bu sapkınlığı şöyle ifade etmiştir.

"Tanrı'dan vasıtasız olarak verilmeyen ilim, gelini süsleyen kadının ona sürdüğü renk gibi diri kalmaz, uçup gider." [Mesnevi, cilt 1, Beyit: 3449, Sayfa 276, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]


Cibrilin getirdiği vahyin uçup gittiğini söylemekle kalmamış, Hz. Muhammedi psikolojik sorunları olan, intihara meyilli birisi gibi göstermiştir.

"Mustafa'yı ayrılık derdi kapladı daraldı mı kendisini dağdan atmaya kalkardı. Cebrail, "sakın yapma. Kün emrinde sana nice devletler takdir edilmiştir" deyince yatışır ve kendini atmaktan vazgeçerdi. Sonra yine ayrılık derdi gelip çattı mı yine gamdan, dertten bunaldı mı kendisini dağdan aşağı atmak isterdi. Bu sefer Cebrail görünür, "ey eşi olmayan Padişah, yapma bunu" derdi. [Mesnevi, Cilt 5, Beyit: 3535-3539, Sayfa 288, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]


Allah Teala ise peygamberimizin üstün ahlaka sahip olduğunu, onda güzel örnek olduğunu bildirir. Sürekli Nur dağından atlamaya kalkışan birisi güzel örnek olarak gösterilmezdi değil mi? Biz peygamberimize yapılan bu yakışıksız ithamları kabul etmiyor ve onu Kurandan öğrenmeyi tercih ediyoruz.

"Nun! Andolsun kalem'e ve satır satır yazdığı şeylere. Rabbinin nimeti sayesinde sen mecnun değilsin. Ve şüphesiz ki senin için elbette kesinti olmayan mükafat vardır. Ve şüphesiz ki sen elbette büyük bir ahlak üzeresin. Artık göreceksin ve görecekler. Hanginizin meftun olduğunu. Şüphesiz ki senin rabbin bilir kimin onun yolundan sapmış olduğunu. Ve O bilir hidayete erenleri. [Kalem Suresi, 1-7]

Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı uman ve Allah'ı çok zikreden kişiler için andolsun ki Allah'ın resulünde size güzel örnek vardır. [Ahzap Suresi, 21]

Nitekim size içinizden bir resul gönderdik. Size ayetlerimizi okuyor ve arındırıyor ve size kitabı ve hikmeti öğretiyor ve bilmediğiniz şeyleri öğretiyor. [Bakara Suresi, 151]

Andolsun ki Allah müminlere lutufta bulundu aralarına kendilerinden bir resul göndererek. Onlara ayetleri tilavet ediyor ve arındırıyor ve kitap ve hikmet öğretiyor. Önceden apaçık bir dalalet içindeydiler. [Ali İmran Suresi, 164]

O ki, kendilerinden olan ümmi (şeriat bilmez) bir resul gönderdi. Onlara ayetleri tilavet ediyor ve temize çıkarıyor. Kitabı ve hikmet'i öğretiyor. Daha önce onlar gerçekten apaçık dalalet içinde kalmışlardı. [Cuma Suresi, 2]


2) Allaha çocuk isnad eden Celaleddin Rumi!

Allah’a çocuk isnad etmek, yaratılanların özelliğini yaratıcıya vermek büyük bir suçtur. Özellikle İsa peygamberi Allah’ın oğlu ilan edenler Kuran’da şiddetle eleştirilmiştir. Bir an önce bu yanlıştan vaz geçmeleri gerektiği aksi halde öldükten sonra sonsuza kadar cehennemde yanacakları uyarısı yapılmıştır. Buna rağmen Celaleddin Rumi, Allah dostu ilan edilen adamları Allah’ın çocukları ilan etmiştir.

"Yavrum, veliler de tanrı çocuklarıdır. Onlar ortada olsun, olmasın. Tanrı mallarını canlarını korur, onların ahvalinden haberdardır. Sakın noksanlıklarını bulup aleyhlerinde gıybet etme. Onlar için kin güden onların öcünü alan tanrıdır. Tanrı dedi ki: Bu veliler benim çocuklarımdır." [Mesnevi, Cilt 3, Beyit: 79-81, Sayfa 7, Milli Eğitim Basımevi 1995]


Allahın "bu veliler benim çocuklarımdır" diye bir sözü yoktur. Bu söz tamamen Rumi'nin kutsi hadis uydurmasıdır. Üstelik "fiziki oğlu değil manevi oğlu demek istiyor" izahatı da onları kesinlikle kurtarmayacaktır çünkü Hristiyanlar da isa hakkında "fiziki oğlu değil manevi oğlu" diyerek şirke düşmüşlerdir. Aynı şeyi onlar yapınca şirk oluyorsa Rumi yapınca da şirk olur. Allahın yasakları herkes için geçerlidir ve çocuk edindi diyenleri şiddetle eleştirmiştir.

Allah bir çocuk edinmek isteseydi elbette yarattıklarından dilediğini seçerdi. O bundan münezzehtir. O Allah ki tektir, kahredici üstünlüğe sahiptir. [Zumer Suresi 4]

Ve uyarır ''Allah çocuk edindi'' diyen kimseleri. [Kehf suresi 4]

Rahman çocuk edindi dediler. Andolsun siz felaket birşeyle geldiniz. Neredeyse ondan gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar çöküp yıkılacaktı. Rahman’a çocuk istedikleri için. Rahman'a çocuk edinmek yakışmaz. Şüphesiz ki göklerde ve yerde kim varsa hepsi sadece Rahman'a kul olarak gelecek. [Meryem suresi 88-93]

Yahudiler ''Üzeyr Allah'ın oğludur'' ve Hristiyanlar ''Mesih (isa) Allah'ın oğludur'' dediler. Onların ağızları ile söyledikleri (uydurdukları) daha önceki kafirlerin sözlerine benziyor. Allah onları kahretsin, nasıl da (küfre) dönüyorlar. [Tevbe Suresi 30]


Rumi'nin velileri Allahın çocuğu ilan etme sebebi, kendisine hürmet gösterilmesini istediği içindir. Kendisini evliya olarak sunduğu için otomatikmen tanrının çocuğu olmuştur. ''Sakın aleyhinde gıybet etme'' diyerek eleştirileri önlemek istemiştir. Kendi hezeyanını desteklemek için ise Allah'a yalan isnad etmiştir. Allah hiçbir zaman ''veliler benim çocuğumdur'' demez aksi halde Hristiyanları eleştirmesinin bir anlamı kalmaz. Manevi evlat isnad edilse bile yine küfür olur çünkü her şey Allahın kuludur.

3) Kadınları aşağılayan Celaleddin Rumi!

Celaleddin Rumi’yi Sevgi ve hoşgörü timsali olarak tanıtanlar, 17 Aralıkta şebi aruz geceleri düzenleyip Celaleddin Rumi’den övgüyle bahsedenler büyük bir gerçeği insanlardan gizlerler. Rumi'nin herkese kucak açtığını, ne olursan ol yine gel dediğini söylerler. Bu iddialar paslı demiri altın suyuna batırmak gibidir. İçi paslı dışı ise gösterişlidir. İşte ‘’Hazreti mevlana’’ diyerek övdükleri kişi de böyledir. Altın semer vurulmuş eşeğe benzer. Kadınları sürekli aşağılayıp erkeği yüceltir. Kadınların aklını ve imanını zayıf görür, ne derlerse aksini yapmak gerektiğini söyler. Allah’ın ‘’mümin erkekler ve mümin kadınlar’’ diyerek birlikte bahsettiği kadın ve erkeği ayırıp kadınları yerin dibine sokar. Akıl almaz kadın düşmanlığını şu sözlerle yaymıştır.

Kadınlarla meşverette bulunun (danışın), ne derlerse aksini yapın. Şüphe yok ki onlara aykırı hareket etmeyenler helak oldular. [Mesnevi, Cilt 1, Beyit: 2956, Sayfa 237, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]


"Danışmak için bir iyi ve diri kişi lazımdır ki seni de diriltsin. Fakat nerede öyle bir diri? Ey yolcu, yolcuyla danış kadınla değil. Çünkü kadının reyi (görüşü) seni topal eder." [Mesnevi, Cilt 4, Sayfa 178, Beyit: 2210, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]


Bu cümlelerde Celaleddin Rumi, "kadınlarla fikir alışverişi yapın ama dediklerinin tersini yapın" diyerek kadınların hiçbir konuda doğru karar veremeyeceğini ve her görüşlerinin yanlış olduğunu söylemiştir. Bu yolda peygamber adına uydurulan hadisleri kullanmayı da ihmal etmemiştir.

Ümmet ''Kiminle meşveret edelim'' dediler de peygamberler ''Mukteda olan akılla'' diye cevap verdiler. Hatta soran adam ''iyi ama ya hiçbir tedbirli, isabetli, aklı olmayan bir çocuk yahut kadın gelirse, onunla da meşverette bulunalım mı?'' deyince, peygamber ‘’onunla da meşvette bulun fakat ne derse onun zıddını yap, ona aykırı yola git'' dedi. Nefsini kadın bil, hatta kadından da beter. Çünkü kadın parçadır, nefsinse büsbütün şer. [Mesnevi, cilt 2, Beyit: 2269-72, Sayfa 174, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]


Çocuklarda ve kadınlarda akıl olmadığını söyleyip ne derlerse aksini yapmayı savunan sözde evliya Celaleddin Rumi, yalanını desteklemek için sahabeleri de kullanarak menkıbe uydurmuştur. Sufilerde Allah korkusu olmadığı için akla hayale gelmeyecek hezeyanlar uydurabilirler. Kadınlara karşı besledikleri kin ve düşmanlığı bununla da sınırlı değildir. Kadının rüyasını bile erkeğin rüyasından daha değersiz göstermiştir.

Ahmak adamın rüyası da aklınca olur, aklı gibi değersizdir bir şeye yaramaz. Bil ki aklı ve ruhu da zayıf olduğu için kadının rüyası erkeğin rüyasından daha aşağıdır, daha değersizdir. [Mesnevi, Cilt 6, Beyit: 4320, Sayfa 343, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1988]


Ayrıca Celaleddin rumi; kadınları hayvana benzetmiş, gönüllerini de işkembeye benzetmiştir. Dünyaya geldiği için annesini suçlu bulur.

"Kadında hayvan sıfatı üstündür. Çünkü kadının renge, kokuya meyli vardır." [Mesnevi, Cilt 5, Sayfa 203, Beyit: 2466, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]


"Bir erkeğin gönlü, kadının gönlünden aşağıysa o gönül, işkembeden de bayağıdır gayrı!" [Mesnevi, cilt 3, Beyit: 3129, Sayfa 255, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]


"Padişahım, senin hapsinde bir Yusuf'um ben. Lütfen beni kadınlardan kurtar. Arşta oturup duruyordum, anamın şehveti ''inin'' emriyle beni buraya attı. O tam yücelikten bir koca karının hilesiyle rahim zindanına düştüm. Ruhu ta arştan bu yurda getirdi. Hasılı kadınların hilesi pek büyük. İnişim önce de kadın yüzünden sonradan da kadın yüzünden. Ruhtum, nasıl oldu da bedene büründüm?" [Mesnevi, Cilt 6, Beyit: 2795-2799, Sayfa 221, MEGSB Yayınları, İstanbul 1988]


"Rahman arşa istiva etti" (20:5) ayetinden esinlenerek Arşta oturuyordum diyen (ve birazdan göreceğiniz gibi kendini Allah ilan eden), doğduğu için annesini suçlu bulan, kadınların hilesi büyük diyerek kadınları aşağılayan sözde evliyanın kadınlara karşı nasıl kin dolu olduğu bu örneklerden anlaşılmaktadır. Bunun sebebi (yazının sonundaki mustehcen hikayelerdeki gibi) homoseksüel olduğu için olabilir, zira normal bir erkek kadınlardan bu kadar nefret edemez. Bu kadın düşmanlığını sizlerle muhatap ettiğimiz için üzülerek paylaşırken, rumilerin bu kitapları insanlara tavsiye etmesi akıl alır gibi değildir. Hele ki bir kadının rumiye sevgi beslemesi kendi benliğine hakaret olarak yeter.

Şimdi bu kadın düşmanlığına ayetlerden cevaplar verelim ve islamın kadın erkek aklını bir tutarak aynı hükümlere muhatap olduğumuzu görelim.

"Allah iman edenler için Firavun'un karısını örnek verdi. (Asiye) demişti: ''Rabbim! Benim için senin yanında cennette bir ev yap. Beni Firavundan ve onun amelinden kurtar, beni zalimler kavminden kurtar." [Tahrim suresi 11]


Kadın yada erkek olmak Allah katında üstünlük sebebi değildir. ''..Allah katında en değerli olanınız en takvalı olanınızdır...'' [49/Hucurat 13] ayeti üstünlüğün takvada olduğunu bildirir. Asiye validemiz necis firavunun şirkinden usanarak Musa'ya iman etmiş, böylece övülen kadınlar arasına girmişti. Takvasıyla bütün insanlara ayet olmuştu. İslam’da kadınlar ve erkekler birbirinin velisidir, yoldaşıdır.

"Erkeklerden veya kadınlardan her kim mümin olarak salih amel işlerse o takdirde dahil olurlar cennete. Ve hurma çekirdeğindeki çizgi kadar bile zulmedilmez." [Nisa Suresi 124]

"Şüphesiz ki; Allah'a teslim olan erkekler ve Allah'a teslim olan kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, itaat eden erkekler ve itaat eden kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, huşu içindeki erkekler ve huşu içindeki kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını muhafaza eden erkekler ve muhafaza eden kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar için Allah onlara mağfiret ve büyük bir mükafat hazırladı." [Ahzab suresi 35]


4) Allahlık taslayan Celaleddin Rumi!

Şimdi sırada İslam ile alakası olmayan ama ‘’siz anlamazsınız, onlar büyük evliya’’ diyerek tevil edilen Allah olma inancı var. Yanlış okumadınız, sufizm dinine göre fenafillah (Budizm'deki Nirvana) makamına ulaşınca Allah oluyorsunuz, haşa ve kella.

"Ben Allah’ım (Enel hak) demeyi insanlar büyüklük iddia etmek sanıyorlar. Ben hakkım demek büyük bir alçak gönüllülüktür. Bunun yerine ‘’Ben hakkın kuluyum, kölesiyim’’ diyen birisi kendi varlığı, diğeri tanrının varlığı olmak üzere iki varlık ispata kalkışır. Halbuki ‘’ben hakkım’’ diyen kendi varlığını yok ettiği için ‘’Ene el hak’’ diyor. Yani ‘’Ben yoğum hepsi O’dur. Allah’tan başka varlık yoktur. Ben sırf yokluğum ve hiçim.’’ Bu sözde alçak gönüllülük daha fazla mevcut değil midir? İşte bu yüzden halk bunun manasını anlamıyor." [Mevlana - Fihi Mafih, Sayfa 57, Maarif Basımevi, İstanbul 1958, Çeviri: Meliha Ülker Tarıkahya]


Sufizm dinine kapılmış olan rumi, Allahın kuluyum demeyi çirkin göstermiştir. Çünkü vahdeti vücut (vücudun birliği / tek vücut) denilen bir inanca sahiptir. Gördüğü herşeyi Allahın yansıması olarak kabul etmekle birlikte kendisini de Allahın vücut bulmuş hali olarak görür. (Bak: Sufizm ve islam farkı) Bu yüzden Allahın kuluyum demeyi kendini Allah'a ortak koşmak olarak tanımlar. Kulluk bilincini kaldırıp ilahlık taslamanızı ister. Müslümanlar arasına evliya postuyla sızarak cahilleri ağına düşürür. İslam ise sufilerin şeytani telkinlerini sağlı sollu tokatlar, çarmıha gerer, cehenneme postalar. Bütün peygamberler insanları Allah'a kul olmaya çağırmıştır.

Aksine, artık Allah'a kul ol ve şükredenlerden ol. [Zumer Suresi 66]

Şüphesiz ki Allah benim de rabbim sizin de rabbinizdir. Öyleyse ona kulluk edin. Dosdoğru yol budur. [Ali İmran 51]

Şüphesiz ki sana kitabı hak ile indirdik. Öyleyse Allah'a kulluk et, dini ona halis kıl. [Zumer suresi 2]

Ve ben cinleri ve insanları bana kulluk etmeleri dışında yaratmadım. [Zariyat suresi 56]

Göklerin, yerin ve ikisi arasındaki şeylerin rabbi'dir. Öyleyse ona kul ol ve ona ibadette sabırlı ol. Ona bir adaş biliyor musun? [Meryem suresi 65]

Ey insanlar! Rabbinize kul olun. O ki sizi ve sizden önceki kişileri yarattı. Umulur ki takva sahibi olursunuz. [Bakara suresi 21]

Kullarım sana benden sordukları zaman, şüphesiz ki ben onlara çok yakınım. Dua edenin davetine icabet ederim. Artık bana icabet etsinler, bana iman etsinler, umulur ki irşad olurlar. [Bakara Suresi 186]

Ey iman edenler! Ruku ve secde edin, rabbinize kulluk edin, hayır yapın. Belki felaha erersiniz. [Hac Suresi 77]

Şüphesiz ki Allah'tan başka yalvardıklarınız sizin gibi kullardır. Haydi çağırın da böylece icabet etsinler size eğer doğru sözlüyseniz. [Araf Suresi 194]

Bir beşer için Allah'ın ona kitap, hüküm ve nebilik vermesinden sonra insanlara ''Allah'ın yanısıra bana da kul olun'' demesi olmaz. Lakin ''Kitabı öğreniyor ve öğretiyor olduğunuz için rabbaniler olun'' der. [Ali İmran Suresi 79]


Ayetler Allah'a kul olmaya çağırmaktadır. Zaten kişi ya Allah’a kul olur, ya kula kul olur. Akıl hocası Hallac Mansur (M.S 858 - 922) gibi "Enel Hak / ben hakkım" diyen birisi olunca Celaleddin Rumi de kendisini Allah olarak görmeye başlamıştır. Emir verdiği adam "İnşallah / Allah dilerse" deyince "emri veren kim aptal herif" diyerek kendisinin Allah olduğunu ima etmiştir.

"Bir gün Mevlana hazretleri şeyh Muhammed Hadim'e işaret ederek: "Git filan işi tamamla," buyurdu. Şeyh Muhammed de: "İnşallah!" dedi. Mevlana hazretleri bağırarak: "Ey aptal! Söyleyen kimdir?" diye sordu. Şeyh Muhammed derhal düşüp kendinden geçti, ağzından köpük çıkmağa başladı. Dostların hepsi başlarını açtı ve: "Şeyh Muhammed dervişlerin hizmetçisidir ve çok da gereklidir, artık küstahlık etmez," deyip secde ettiler. Mevlana derhal inayet nazarı ile şeyh Muhammed'e baktı, Şeyh Muhammed kendisine gelip tövbe etti." [Ariflerin menkıbeleri 1, Ahmet Eflaki, sayfa 203, Hürriyet Yayınları 1973, Çeviri: Tahsin Yazıcı]


Mevleviliği anlatan Ariflerin Menkıbeleri kitabında geçen hikayede inşallah demenin yasaklandığını görüyoruz. Allahlığını ilan eden Rumi "inşallah" diyen adamı azarlıyor ve bunun ardından adam "bir daha inşallah demeyeceğim tövbe ediyorum" diyor. Allahın emrine uyduğu için onun kuluna tövbe eden bir zihniyetle karşı karşıyayız. Bu tam olarak Allahtan başka rabler edinmek oluyor.

Bu şirki Mekkeli müşrikler bile işlemiyordu. Mekkeli müşrikler Allah’a yaklaşma için evliyaları aracı edinir "Yetiş ya menat, Şefaat ya uzza" gibi medet uman yakarışlar yaparlardı, melekleri Allah’ın kızları olarak görürler, cinleri de Allahın akrabaları olarak görüp onlara kurban keserlerdi. Mekkeli müşrik denilen adamların şirki bu üç şeyden ibaretti. Hiçbir zaman yaratılan şeyleri Allah olarak görmemişlerdi. Sufizm dini ise şirke yeni bir boyut kazandırıp cahil adamları Allah ilan etmişler, tövbeyi bile Celaleddin Rumi’ye yapmışlardır. İslam dininde ise Allah’a tövbe edilir ve gelecek zaman hakkında konuşurken inşallah demek lazımdır. Çünkü Allah izin vermeden hiçbir şey yapmak mümkün değildir.

Bir şey için "Bunu yarın mutlaka yapacağım" deme. Ancak "Allah dilerse yapacağım" de. Unuttuğun zaman rabbini zikret ve deki: "Umarım rabbim beni bu durumdan olgunluğa daha yakın olana hidayet eder." [Kehf Suresi 23-24]


Dilimize yerleşen inşallah kelimesinin kaynağı bu ayettir yani inşallah demek bizzat Allahın emridir. İlerisi hakkında konuşurken mutlaka Allahı hesaba katarak "inşallah / Allah dilerse" demek gerekir. Rumi ise yanında inşallah diyen adamı azarlamıştır. İşte müslüman ve sufi arasındaki büyük fark burada görülmektedir. Bir yanda "ben Allahım zaten, benim emrime niye inşallah diyorsun" diyen bir çakma tanrı var, diğer tarafta inşallah demeyi emreden yüce Allah var. Seçim sizin, ilahınızı seçmek size kalıyor.

Sufizm dinindeki şeyh - mürit ilişkisi aslında rab - kul ilişkisidir. Şeyhin emirlerine karşı gelemeyen sufiler münkerde bile itaat ederler. Böylece şeyhini rab edinerek kula kulluk ederler. İslamda ise Hoca - talebe ilişkisi vardır, talebeler sorgulayabilir ve sadece marufta itaat ederler. Hiçbir talebe hocasına kul köle olmaz, onun ayak tozu olmayı istemez. Sufilerde ise şeyhin ayak tozu olmak, tırnak kiri olmak, kapısında köpek olmak bir şeref olarak görülür. İnsanlık onurunu ayaklar altına alan bu zihniyet müritlerin her şeyini sömürür. İşte Celaleddin Rumi de müritlerin insanlık onurunu yok eden şarlatan şeyhlerden biridir. Müritlerine "şeyh ile Allah arasında fark yoktur" inancını aşılamıştır.

"Yine sultan veled buyurdu ki: Bir gün babam medresede bilgiler saçıyordu. (Bu sırada) : Gerçek mürit, kendi şeyhinin herkesten üstün olduğuna inanan kimsedir. öyle ki, bir adam Bayezid'in müritlerinden birine "Şeyhin mi büyük, yoksa Ebu Hanife mi?" diye sordu. Mürit: "Şeyhim," diye cevap verdi. Sonra: "Ebu Bekir mi büyük, senin şeyhin mi?" diye tekrar sordu. O yine "Şeyhim," diye cevap verdi. (Nihayet) o, birer birer bütün sahabeyi saydıktan sonra: "Muhammed mi büyük, senin şeyhin mi?" dedi. O yine: "Şeyhim büyüktür," dedi. En sonunda: "Tanrı mı büyük, senin şeyhin mi?" diye sordu. Mürit: "Ben Tanrı'yı şeyhimde gördüm, şeyhimden başka bir şey tanımam, hep onu tanırım," dedi. Başka bir müritten de: "Tanrı mı büyük, yoksa senin şeyhin mi?" diye sordular. O da: "Bu iki büyük arasında hiç fark yoktur," dedi. Ariflerden biri de: "Bu iki büyükten daha büyük biri lazımdır ki, o bu farkı ortaya koysun," demiştir." [Ariflerin Menkıbeleri 1, Ahmet Eflaki, Sayfa 310, Hürriyet Yayınları 1973]


Şeyh ve Allah arasında fark olmadığını söyleyen bu zihniyet yaratılmış kulları yaratana denk tutarak şirke düşmüştür. İslamda ise Allah teala hiçbir varlığa denk tutulamaz, şeyh ile Allah aynıdır diyemez.

"İnsanlardan kimisi Allah'ın yanısıra ortaklar edinir, onları Allah'ı sever gibi severler. İman eden kimselerin Allah'a olan sevgisi daha şiddetlidir. Zalim kimseler keşke fark etselerdi, azabı gördüklerinde bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının şiddetli olduğunu anlayacaklarını." [Bakara Suresi 165]


Sufiler ise şeyh ve Allah arasında fark yok diyerek, şükrederek şirk koşarlar, edeple küfrederler. Böylelerinin bilinç altındaki dindarlık tanımı; şeyhin eteğini öpen, şeyhin ayak yıkadığı suyu yüzüne süren, şeyhin bastığı yere yüzünü süren, şeyhin tırnak kiri olmak isteyen, Allah ete kemiğe büründü şeyhim olarak göründü diyen akılsız mürit olmaktır. Böylesi bir zihniyet Allah katında nankördür.

"Kullarından ona bir parça isnad ettiler, şüphesiz ki insan elbette apaçık nankör'dür. [Zuhruf Suresi 15]

Ve onlardan kim ''Şüphesiz ben onun astında bir ilahım'' derse işte onu cehennemle cezalandırırız. İşte böyledir zalimlerin cezası. [Enbiya suresi 29]


Kulların Allah'ın parçası olduğunu söyleyenlere Kefur: nankör, küfreden denmiştir. Çünkü yaşatan ve öldüren, rızık veren, her şeyi işiten, dualara icabet eden sadece Allahtır. Bu yüzden her zaman Allah'a sığınmak ve ona teslim olmak gerekir. Sufiler ise şeyhe teslim olarak kulluğu insanlara yaparlar. İşte bu farkı apaçık ortaya koyan Kuranı Kerim sufilerin düşmanıdır. Bu yüzden paralel kitaplar yazarak müslümanları evliya kitaplarına çağırırlar. Şeytan elçileri de ''Siz Kuranı anlayamazsınız, evliya kitaplarını okuyun'' diyerek şirke çağırırlar. Böylece şu ayetin muhatabı olurlar: "Ve onlar ondan men edip uzak duruyorlar. Ancak kendilerini helak ediyorlar ama farkında değiller." [Enam Suresi 26]

Sufizm dininin rumilik mezhebini yaymakla görevli olan Cemalnur Sargut hanım da müslümanları paralel kitaplara davet eder. Bir programda "Hazreti mevlana'nın eseri Kuran'ın özetidir. Kuranı kendi başımıza anlayamayız. Onu anlayacak kapasiteye gelmek lazım. O yüzden mesnevi "dinle" diye başlar. (CNN Türk- Gündem Özel - 2017 - https://youtu.be/bh-neeG5K6Q) demişti. Kuranı övüyor gibi görünerek Kurandan uzak tutmaya çalışmıştı. Allah ise indirdiği kitabın okunmasını istemiştir. "Andolsun ki Kuran'ı zikir için kolaylaştırdık. Öğüt alan var mı?" [Kamer Suresi 32] Demek ki Kuranı anlamak için Kuran okumak lazımmış. Siz hiç edebiyat öğrenmek için matematik kitabı okuyan birini gördünüz mü? Nasıl ki edebiyat öğrenmek için edebiyat kitabı okumak lazımsa, Kuranı anlamak için de Kuran okumak lazımdır.

İnsanlara evliya olarak sunulan kişiler aslında sahte peygamber olarak görev yapmışlardır. Celaleddin Rumi bunun sadece bir örneğidir. Diğer örneği ise şeyhul ekber (en büyük şeyh) dedikleri İbni Arabi'dir. Evreni ve içindeki canlıları Allahın vücudu olarak tanıtarak panteizm inancını savunmuş ve "Kullarından ona bir parça isnad ettiler.." (43:15) ayetine muhatap olmuştur. Ayrıca kendisine kitap verildiğini söyleyerek sahte peygamber olmuştur. Anlayacağınız evliya denilen adamlar Allah dostu değil resmen Allahın düşmanıdır. Peki hiç mi evliya yok? Bunun cevabını Kuran veriyor, kimlerin evliya olduğuna bakalım: "Bilesiniz ki Şüphesiz Allah’ın velilerine korku yoktur ve onlar mahzun olmazlar. Bunlar İman eden ve sakınan kimselerdir." [10/Yunus 62-63] ayetinde takvalı yaşayan, günahtan sakınan kişilerin Allahın velisi olduğu haber veriliyor. Velilik bir kaç tane kişiye özel bir makam olarak tanıtılmıyor. Birilerini yücelterek Allahın astında insanların üstünde aracılar edinenler ise evliya: veliler kavramını kötüye kullanırlar. Her müslümanın veli olabileceğini gizleyerek bir kaç kişiyi veli ilan ederler.

Eğer Allah'a yakın velilikten bahsedilecekse akıllara hemen ibrahim peygamber gelmelidir çünkü onun hakkında "..Allah onu dost edindi" (4/125) ayeti inmiştir. Şimdi düşünelim: İbrahim peygamberin Allah dostu olduğunu kesin olarak biliyoruz. Peki bu evliya denilen adamların Allah dostu olduğu nereden çıkıyor? Tabiki kendi kendilerini Allah dostu ilan ediyorlar, hem de Allahın şirk dediği ne varsa onu savunarak kendilerini kutsuyorlar. Son zamanlarda türeyen Allah dostları da konferansta müritler tarafından evliya ilan ediliyor, oy birliği ile Allah dostu seçiyorlar. Şaka gibi değil mi? Allahın dostunu insanların seçebileceğini sanıyorlar. Hristiyanların Konsil toplantısında isayı tanrı ilan etmeleri gibi, tasavvufçular da konferans salonlarında birilerini Allah dostu ilan ediyor. Seçtikleri de hep aynı itikada sahip şirk ehli tasavvufçular oluyor. Yani hurafe dininde ne kadar çok küfür ve şirk savunursanız o kadar büyük evliya oluyorsunuz. Allah dostu ilan edilmek için şarıl şarıl şirk koşmalı, püfür püfür küfretmeli, Kurana muhalefet etmelisiniz. O zaman evliya seçmelerine katılabilirsiniz.

5) İslamın üstünlüğünü kabul etmiyor!

Kendi elleriyle yazdığı kitaba vahiy diyen, İnşallah demeyi yasaklayıp ben Allah'ım diyen, Allah’a çocuk isnad eden, kadınları aşağılayan birinin Müslüman olması da beklenemezdi değil mi? Böyle şerli insanların kalbini Allah İslam'a açar mı? Suçları yüzünden kalplerini mühürler ve daha beter şirke batmalarını sağlar. Celaleddin Rumi de müslümanlığı kabul etmemesi onun islamla şereflenmeye layık olmadığı içindir.

Kâfirlikten de müslümanlıktan da dışarda bir alan vardır ki, o boşlukta bizim bir sevdamız var. Arif oraya erişince başını kor, orada ne küfrün ne de müslümanlığın yeri vardır. [Mevlana'nın Rubaileri 1, Sayfa 64, Rubai: 304, Milli Eğitim Basımevi, 1974 İstanbul]


Kafirlikten ve müslümanlıktan dışarıda bir alan varsa orası deizm'dir. Deistler de kafir yada müslüman vasfını kabul etmezler. Rumi ise Budistlerin Nirvanaya ulaşması gibi Fenafillah makamına ulaştığı için artık Müslüman da değildir, kafir de değildir. Allah ile bütünleşip Allah olmuştur. Bu yüzden dinlerden sıyrıldığını ve bütün dinlerin aynı olduğunu saçmalar.

"Mızrak, kalkandan nasıl geçerse ben de gündüzlerden, gecelerden öyle geçtim (onlar, beni tutamadıklan gibi onlardan bana bir şey de bulaşmadı) Ondan dolayı bence bütün şeriatler, bütün dinler birdir. Bence yüzbinlerce yılla bir saat aynı." [Mesnevi, cilt 1, Sayfa 280, Beyit: 3503-3504, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]


Buradaki kalkan islam dini oluyor, mızrak ise deizm oluyor. Rumi de mızrak gibi islam kalkanını delip geçerek özgürlüğe kavuşmuş, Budistlerin nirvanaya ulaşması gibi fenafillah'a ulaşarak Allah olmuş. Artık şeriatler önemsizleşmiş, bütüm dinler bir olmuş. Zira bazı mevleviler dinleri ayrıştırıcı unsur olarak görüp deist olmaya çağırırlar. Örneğin Aziz Bayındır hocaya bir mevlevi şöyle mesaj yazmış: ''Kadir Çetintaş: Mevlana hazretleri diyor ki "küfür olmasaydı din de olmazdı" Farkında mısınız? Küfrü yaratıyorsunuz ki din olsun, insanları etkimiz altına alalım da bize muhtaç olsunlar. Dünya bu saçmalıktan kurtulacaktır. Sevgi hakim olunca, her güzelliğin Allahtan olduğunu bilince dine gerek kalmayacaktır. İnsanlar o kadar sapkın ve küfür dolu ki Allah gerektiği için dini ve Kuranı gönderdi. Amaç önce küfrü yok edip sonra sevgiyle bütünleşmektir. Dünyanın hatta evrenin dini sevgidir. Sevgi yaratandır.'' [Süleymaniye vakfı, 27 Eylül 2011 - https://youtu.be/WzH8soEebGY] Bu sözler mevleviliğin özetidir. Dinlerin kalkması gerektiğini söylerler. Ayrıca "Sevgi yaratandır" sözü de hristiyan itikadıdır: "Sevmeyen kişi Tanrı’yı tanımaz. Çünkü Tanrı sevgidir." [1.Yuhanna 4/9]

Dinleri kaldırmak İsteyen Celaleddin Rumi, kendi yolunu şeriat yapmak için "kamil kişi küfre sapsa küfür şeriat olur" demiştir. Kendisi küfre saptığı için eleştirileri önlemeye çalışmıştır:

İlletli kimse ne tutarsa illet olur. Kâmil, kâfir bile olsa o küfür din ve şeriat haline gelir. [Mesnevi, cilt 1, Beyit: 1613, Sayfa 129, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]




Dini terimleri kullanarak güzel konuşuyor ve araya bir küfür cümle sıkıştırıyor. Siz farkında bile değilken bilinç altınıza hurafe yerleşiyor. Özel taktikler kullanarak küfrünü kabul ettirmeye çalışmış. İslamda ise kamil kişi saparsa cehennemlik olur, onun küfrü şeriat olmaz.

"Sonra seni buyruktan şeriat üzere kıldık. Öyleyse ona tabi ol. Bilmeyenlerin hevalarına tabi olma." [Casiye Suresi 18]

"O kitabı sana hak ile indirdik ki insanlar arasında Allahın sana gösterdiği şekilde hükmedesin. Hainlerin savunucusu olma." [4/Nisa Suresi 105]

"Onların arasında Allah’ın indirdiği şeyle hükmet. Onların hevalarına tabi olma. Onlara karşı temkinli ol ki Allah’ın sana indirdiği şeyin bazısından seni fitneye düşürmesinler. Eğer yüz çevirirlerse bil ki Allah onlara bazı günahları sebebiyle isabet ettirmek istiyor. Şüphesiz insanlardan çoğu elbette yoldan çıkmışlardır." [5/Maide Suresi 49]


Bununla da kalmıyor, dua etmekten bahsettikten sonra tanrıda yok olmak, tanrıyla bütünleşmek inancını getirmeye çalışıyor. Tanrıyla bütünleşmekten kastı onun sevgisini kalbinde hissetmek değil, bizzat Allahtan bir parça olmak. Bu yüzden inşallah demeyi ve allahın kuluyum demeyi yasaklıyor.

"O dua, yedi göğü de geçti, kabul edildi. O yoksulun işi, nihayet iyileşti, düzene girdi. Çünkü şeyhin o duası, her duaya benzemez. Şeyh, Tanrıda yok olmuştur, onun sözü Hak sözüdür. Tanrı, kendisinden bir şey isterse kendi isteğini nasıl reddeder?" (Mevlana Mesnevi - cilt 5, Beyit 2242-2244)


İslamda tanrıda yok olmak, fenafillaha ulaşmak gibi sufi terimler yoktur. Bir insan en fazla makamı mahmuda ulaşabilir. Onun da yöntemi teheccüde kalkıp Allah'a ibadet etmektir. "Gecenin bir kısmında sana özel nafile olarak teheccüde kalk. Belki rabbin seni övülen makama gönderir." De ki: ''Rabbim beni doğru bir girişle dahil et ve beni doğru bir çıkışla çıkar. Ve senin katından bana yardımcı bir güç ver." [İsra Suresi 79-80] Nebimiz bu ayete uyarak geceleri ibadete kalkmış, böylece manevi derecesi övülen makama yükselmiştir. Bir müslüman peygamberi örnek alarak gece ibadet eder, en fazla makamı mahmuda ulaşabilir. Peygamber sünnetinde bu vardır. Tanrıda yok olmak / fenafillah inancı islamda yoktur.

6) Şarabı kendine helal eden Celaleddin Rumi!

vodka
Hollanda üretimi Rumi Vodka'dan anlaşılacağı üzere, Celaleddin Rumi şaraptan bahsederken aşk şarabı veya manevi sarhoşluktan değil, bildiğimiz Levent Kırca skecindeki gibi ayyaş olmaktan bahsetmektedir. Hatta "şarap haram değil miydi" diyenlere "sana haram bana helal" diyerek şeriattan bağımsız olduğunu söylemiştir.

"Şarap içen akıllıysa daha ziyade akıllı olur. Kötü huylu ise büsbütün berbat bir hale gelir. Fakat insanların çoğu kötü ve ahlaksız olduğundan şarabı herkese haram ettiler." [Mesnevi, Cilt 4, Beyit: 2157, sayfa 174, MEB yayınları, 1995 İstanbul]


Akıllı kişilerin şarap içince daha akıllı olacağını, kötü huyluların daha beter olacağını söyleyen Rumi, bu beyitte şarabı kendisine helal etmiştir çünkü kendisi de akıllılardan biridir. Rubailer kitabında avam halk için şarabın haram olduğunu, kendisine helal olduğunu ima etmiştir.

"Hoşa giden her şey haram kılınmıştır ama bu halk için bir delil olamaz. Yoksa; ney, şarap, çalgı, güzel yüz ve saz alemi, olgun kişilere ziyan vermez. Ama bilgisiz halka yasaktır." [Mevlana'nın Rubaileri 1, Rubai: 1078, Sayfa 221, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1974]


Rubaileri çeviri yapan kişi parantez içinde "Ömer hayyamın sözleriyle karışmış olabilir" diyor. Karışmamış kardeşim, benzer sözler mesnevi'de (Cilt 4, Beyit: 2157) ve Ariflerin menkıbeleri (cilt 2, Sayfa 94) kitabında da mevcut. Mevlana dediğiniz adam şarabı helal ediyor, kadeh tokuşturuyor. Rubailer kitabına hayyamdan karıştı ise mesneviye nereden karıştı? Günümüzdeki sufilerin de bu zihniyette olduğu düşünüldüğünde karışıklık olmadığı anlaşılmaktadır. Örneğin Cemalnur Sargut'a "şarap haram mı?" diye sorsanız "şeriat ehline haram, hak ehline helal" diyecektir. Yani şeriatı düşük seviye olarak gören, haramları kendine helal eden bir zihniyetle karşı karşıyayız.

Celaleddin Rumi haramları avam ve havas olarak ayırmış, avam halka şarabın haram olduğunu söylemiş, kamil olarak gördüğü kendisine şarabı helal etmiştir. Hatta cennette şarap varsa dünyada neden olmasın diyerek kadeh tokuşturmuştur.

"Derler ki, yüce cennetler olacak, içinde temiz şaraplar, iri gözlü huriler olacak. Madem ki işin sonu oraya varacak. O halde bizim şarabımız da, sevgilimiz de peşin elimizdedir." [Mevlana'nın Rubaileri 1, Rubai: 605, Sayfa 123, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1974]


Dipnotta yine "bu rubai Hayyama da isnad ediliyor, mevlana sözü olmayabilir" deniyor. Çeviren arkadaş da "şarabı helal etmiş yahu, ne yapsam da bir kılıf bulsam" diye uğraşıp durmuş. Mevlevi kitabı olan Ariflerin Menkıbelerinde ise biraz daha detay veriliyor ve "sana haram bize helal" deniyor.

"Bir gün kıskanç fakihler inkar ve inatları sebebiyle Mevlana'dan: "Şarap helal mıdır veya haram mı?" diye sordular. Onların maksadı Şemseddin'in şerefine dokunmaktı. Mevlana kinaye yolu ile: "İçse ne çıkar; çünkü bir tulum şarabı denize dökseler deniz değişmez ve denizi bulandırmaz. Bu denizin suyu ile abdest almak ve onu içmek caizdir. Fakat küçücük bir havuzu, şüphesiz bir damla şarap pisletir. Böylece tuzlu denize düşen her şey tuz hükmüne girer. Açık cevap şudur ki , eğer Mevlana Şemseddin şarab içiyorsa, her şey ona mübahtır. Çünkü o deniz gibidir. Eğer bunu senin gibi bir kahpenin kardeşi yaparsa, ona arpa ekmeği bile haramdır," buyurdu." [Ariflerin Menkıbeleri 2, Ahmet Eflaki, Sayfa 94, Hürriyet Yayınları 1973, Çeviri: Tahsin Yazıcı]


İslam dininde ise şarap bütün müslümanlara yasaktır. Cahil halk içemez ama alimler içebilir diye bir ayrım yoktur. Allahın dininde herkes aynı şeylerle emrolunmuştur. Sufiler ise avam halka yasak diyerek yeni bir din uydurmuştur.

Maide suresi 90: Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar, fal okları şeytan amelinden pisliktir. Öyleyse ondan kaçının, umulur ki felaha erersiniz. 91: Oysaki şeytan sizin aranıza düşmanlık ve kin sokmak ister şarap ve kumar ile. Sizi Allah'ın zikrinden ve namazdan alıkoyar. Artık son verdiniz mi?

Bakara suresi 219: Sana içki ve kumardan soruyorlar. Deki: ''Onlarda büyük günah vardır. İnsanlar için menfaat de vardır ama günahları faydasından büyüktür.''...


7) Türk düşmanı Celaleddin Rumi!

Celaleddin rumi’nin Rumları överek Türkleri aşağıladığını çoğu kişi bilmez. Bu yüzdendir ki Türk oldukları halde kendilerini ‘’merhametsiz zalimler’’ olarak gören Celaleddin Rumi’yi severler. Şebi aruz törenlerine katılıp fırıldak gibi dönenleri izlerler. Birazdan okuyacaklarınız Mevlevilerin Türklere bakış açısını en net biçimde yansıtır. Okuyunca ‘’Koynumuzda yılan besleyip Allah dostu ilan etmişiz’’ diyeceğiniz Türk düşmanı Rumi’nin sözleri şöyle:

Yine meşhur bir hikayedir: Bir gün şeyh Selahaddin hazretleri bağını yapmak için ücretle Türk rençberler tutmuştu. Bunu gören Mevlana hazretleri: "Efendi, bağ yapımında Rum rençberler, bozumunda da Türk rençberler tutmak lazımdır. Çünkü dünyayı imar etmek Rumlara, yıkmak ise Türklere mahsustur. Her şeyden arı duru olan yüce Tanrı, dünyayı yarattığı vakit önce gafil kafirleri yarattı ve onlara uzun ömür ve büyük kuvvet verdi. Nihayet onlar, hiçbir şeyden haberi olmayan rençberler gibi bu toprak alemini imar etmeye çalıştılar. Birçok asırlar sonra gelenlerin örneği olsun diye birçok şehirler, dağların tepelerinde kaleler ve tepeler üzerinde tarlalar yaptılar. Sonra da azar azar bu imaretlerin tamamiyle harab olması için Tanrı'nın takdiri şöyle bir tedbirde bulundu: Bunları yıkmak için Türkleri yarattı, onlar da çekinmeden ve acımadan gördükleri her imareti yıktılar, harabeye çevirdiler ve hara da yapıyorlar ve kıyamete kadar da böyle yapacaklar. Konya şehri de yine merhametsiz Türk zalimlerin eliyle harap olacaktır" buyurdular. Nitekim şimdi buyurduğu gibi oldu. [Ariflerin Menkıbeleri 2, Ahmet Eflaki, Sayfa 153, Hürriyet Yayınları, İstanbul 1973]


Türkleri merhametsiz ilan eden, yakıp yıkıcı olarak gösteren Celaleddin, ne amaçla Konyaya geldiğini de belli etmiştir. Türkleri kötülemek ve milletin dini duygularını sömürmek için tarikat kurmuştur. Ayrıca dünyanın başına bela olan Moğollara da yardım etmiştir.

8) Moğol ajanı Celaleddin Rumi!

13.yy'da dünyanın yarısını istila ederek kadın-çocuk demeden acımasızca katleden moğolları şirin göstermeye çalışan Celaleddin rumi, onların önceleri çok fakir olduğunu ama dua ettikten sonra Allah'ın yardımıyla güçlendiklerini söyleyerek moğolları dindar göstermeye çalışmıştır. Önce moğolların yaptıklarını sonra Rumi'nin dediklerini okuyacağız. Moğolların zulmüne şahit olan tarihçi İbnul Esir o dönemi şöyle anlatır;

"Tatarların, diğer adıyla Moğolların İslam diyarına girişleri hadisesini kaleme almaktan yıllarca çekinip durdum. Bu olayları kaydetmeyi hiç de istemiyordum. Bazen bunu yazmanın gereğine İnanıyor, bir adım ileri atarken iki adım geri atıp vaz geçiyordum. İslam'ın ve Müslümanlar'ın ölüm haberlerini ve başlarına gelen büyük felaketi yazmak kimin kolayına gidebilir? Kim bu büyük felâketin yazılmasını ve anlatılmasını kolay görebilir? Keşke annem beni doğurmasaydı, keşke bu büyük felaketten evvel ölüp gitseydim, Adım ve sanım unutulsaydı da bu olayla karşılaşmasaydım, böyle bir olayı yaşamasaydım! Yakın dostlarımdan bazıları sürekli olarak Moğollar'ın İslâm diyarını istilâsını yazmam hususunda bana ısrar edip duruyor ve beni teşvik ediyorlar, ben ise bu büyük felâketi kaleme almaktan sürekli çekinip duruyordum. Fakat sonunda böyle mühim bir tarihî olayı yazmamanın da bir fayda sağlamayacağını kabul etlim. Bu büyük ve dehşet verici olay, bu muazzam musibet, gün ve gecelerimizi kararttı hayatımızı perişan etti. Bölgede yaşayan bütün insanları ve özellikle Müslümanları kökünden kazıdı. Şayet birisi çıkar da: ‘’Cenab-ı Allah'ın Hz. Adem'i yarattığı günden bu güne kadar bu büyük felâketin benzeri görülmüş ve yaşanmış değildir.’’ derse mutlaka doğru söylemiş olacaktır. Moğol istilâsı felâketini yazan tarihler bu olayı bütün dehşetiyle ne kadar anlatıp dursalar yine de kıyısından kenarından geçmemişlerdir diyebilirim...Kadınları, erkekleri, küçük yaş taki çocukları toptan katliâma uğrattılar; hattâ hamile kadınların karınlarını deşerek taşıdıkları ceninleri bile öldürdüler." [İbnül Esir, El Kâmil Fit Tarih, cilt 12, Bahar Yayınları 1991]


Celaleddin Rumi ise hamile kadınların karnını deşerek doğmamış bebekleri bile öldüren moğolları Allah'ın desteklediğini söyler. Böylece Moğol ajanı olduğunu belli eder;

+Biri: Moğollar mallarımızı alıyorlar, arasıra da onlar bize mallarını bağışlıyorlar. Acaba bunun hükmü nasıl olur?’’ diye sordu. -Mevlana buyurdu ki: Moğol’un aldığı her şey tıpkı tanrı’nın hazinesine girmiş gibidir. Mesela denizden bir testi veya küp doldurup çıkarırsan o senin malın olur. Madem ki su testide veya küptedir buna kimse karışamaz ve senin iznin olmadan su alan herkes gasıp olur. Fakat bu su tekrar denize dökülürse o herkese helaldir ve artık senin malın olmaktan çıkmıştır. Bu bakımdan bizim malımız onlara haram, onların malı bize helal olur... +(Biri) Dedi ki: Moğollar ilk once buraya gelince çırçıplaktılar. Binek hayvanları öküzdü, silahları odundandı. Şimdi haşmet ve zamet sahibi oldular, karınları doydu. En güzel arap atları ve en iyi silahlar onların elinde bulunuyor. -(Mevlana) buyurdu ki: Onların gönülleri kırık ve kuvvetleri yokken tanrı yalvarmalarını Kabul etti ve onlara yardım etti. Şimdi ise bu kadar muhteşem ve kuvvetli oldukları şu anda, halkın (fakirliği) zayıflığı vasıtasıyla yüce tanrı onları yok edecektir. O zaman hepsinin tanrının inayeti ve yardımı olduğunu, dünyayı bununla zaptettiklerini yoksa başarıların kendi güç ve kudretlerinin karşılığı olmadığını anlamaları için halkın zaafı ile onları yok eder. Önce insanlardan uzak, fakir, çırçıplak ve acınacak bir halde çölde yaşarken yalnız onlardan bazıları ticaret yapmak için harezm vilayetine geliyor alışveriş ediyor, kendileri için elbiselik keten alıyorlardı. Harezm şah bunu men ve tüccarları öldürmeleri emrediyordu. Onlardan haraç alıyor ve tüccarların oraya gitmesini önlüyordu. Tatarlar, padişahlarının yanına dert yanmağa gittiler ve ‘’Mohvolduk’’ dediler. Padişahlarından on günlük izin istedi. (Cengiz) Bir mağaranın kovuğuna gitti ve tam bir vecd içinde ibadet etti, Allah’a yalvardı. Ulu Tanrı’dan ‘’Senin dileğini, yalvarışlarını Kabul ettim. Dışarı çık, her nereye gidersen muzaffer ol ‘’ diye bir ses erişti. (İşte böyle) Tanrının buyruğu ile çıktıklarından karşılarında bulunanları yendiler ve bütün yeryüzünü kapladılar. [Mevlana - Fihi Mafih, Sayfa 84-86, Maarif Basımevi, İstanbul 1958, Çeviren: Meliha Ülker Tarıkahya]

Ayrıca moğollar esnaftan yağmaladığı malı mevlevilere vermişlerdir. Yani rumiler o dönemin fetöcüsü olmuşlardır. Bunu da ünlü tarihçi Halil İnalcık şöyle yazmıştır;

Mogollarla işbirliği yapan ve Fars kültürüne tutkun Selçuklu seçkin sınıfına hitap eden Celâleddîn Rumî ile halk adamı Ahî Evren arasında düşmanlık vardı. Bu düşmanlık Mevlanâ'nın şeyhi Şems-i Tebrizî'nin katliyle (1247) ilişkilidir. Nâsirüddîn'in ahîleri, Mogollarla mücadeleye giren II. İzzeddîn Keykâvûs'u destekliyorlardı, Keykâvûs 1254'te Kırşehir'e gitti. Mogol kuvvetleri onu yenilgiye uğrattılar (Sultan Hanı Savaşı, 1256). Anadolu'da isyanı bastırmaya çalışan Mogolların soykırımından Nâsırüddîn de kurtulamadı. Onun, Kırşehir emîrliğine atanan Mevlevî Caca oğlu Nureddîn Bey'in şehirde yaptığı katliamda hayatını kaybettiği (1261) anlaşılmaktadır. Tokat, Sivas, Kayseri gibi büyük şehirlerde Mogollar, karşı çıkan esnafı, bunlar arasında savaşçı kalabalık debbag esnafını katlettiler. Ahîlere ait zâviyeler, Mevlevîlere verildi. Bunun üzerine ahîler uzak uc bölgelerine, Türkmenler arasına göç ettiler. [Halil İnalcık - Devlet-i Aliyye 1, Sayfa 33, İşbankası kültür yayınları 2008]

9) Kabe düşmanı Celaleddin Rumi!

Kâbe'yi değersizleştirmek için ''orası taşa tapanlarla dolu, sen bize gel'' diyen Rumi, Allah'ın evini put olarak, müslümanları ise taşa tapan putperestler olarak göstermiştir.

"Kâbe, taşa-topaca tapanlarla doludur; sen bize yüz tut, biziz Tanrı kıblesi." [Mevlana Celaleddin - Divanı Kebir, Cilt 5, Sayfa 19, Kültür bakanlığı yayınları 1992]


Sözde evliya celaleddin rumi, islamın şiarı olan kabe'ye de düşman olmuş ve oraya gidenleri taşa tapmakla itham etmiştir. Tıpkı deistler ve ateistler gibi kabeyi put olarak görmektedir. Bununla da kalmamış kabeye giden Bayezidi engelleyen ve parasını alan şeyhi överek anlatmıştır.

Mesnevi: Bayezid, o pirin huzuruna varıp oturdu, halini sordu. Onun hem fakir hem de aile efradı çok olduğunu anladı. Pir ''Ey Bayezid! Nereye gidiyorsun? Gurbet pılı pırtısını nereye kadar çekip sürükleyeceksin?'' dedi. Bayezid: ''Hac mevsimi, kabeye gidiyorum'' diye cevap verdi. Pir dedi: ''Yol masrafı olarak yanında ne var?'' Bayezid: ''200 dirhem gümüşüm var, ridamın ucuna sımsıkı bağladım işte'' deyince pir ''Etrafımda yedi kere tavaf et, bu tavafı hac tavafından daha makbul bil. O dirhemleri de bana ver ey cömert kişi. Bil ki hac ettin, muradın hasıl oldu. Umre ettin, ebedi ömre nail oldun, saf bir hale geldin, safaya koştun, saiy erkanını yerine getirdin. Canının gördüğü hak hakkı için ki o, beni kendi evinden daha üstün daha makbul etmiştir. Kabe her ne kadar onun lutuf ve ihsan evidir ama benim vücudum da onun sır evi. Tanrı kabeyi kurdu ama kurdu kuralı ona gitmedi. Halbuki bu eve benim vücuduma o ebedi diri olan tanrıdan başka kimse gelmedi. Beni gördünya bil ki tanrıyı gördün. Doğruluk kabesinin, hakiki kabenin etrafında tavaf ettin. Bana hizmet, tanrıya itaat etmektir, onu övmektir. Sakın hakkı benden ayrı sanma. Gözünü iyi aç da bana öyle bak ki beşerde tanrı nurunu göresin'' dedi. Beyezid o nükteleri dinledi, altın bir küpe gibi kulağuna taktı. Bu yüzden derecesi yüceldi, fazileti arttı. Hakikat yolunun sonuna erişmiş olan Bayezid artık ondan sonra bir son tasavvur edilemeyecek olan bir makama vardı. [Kaynak 1: Mesnevi, cilt 2, sayfa 172, beyit: 2237- 2248, MEB Yayınları, 1995 İstanbul; Kaynak 2: Mesnevi, cilt 1, sayfa 234, Yenişafak kültür hizmeti, 2004 istanbul]


Adamın gümüş parasına göz diken şeyh ''paranı bana ver, etrafımda yedi kere dön, hac etmiş olursun'' diyerek dalga geçiyor. Hac ibadetinden alıkoymaya çalışıyor.


Vücuduma tanrı girdi diyerek Hulul inancını savunuyor ve kendisine hizmet etmeyi Allaha hizmet olarak tanıtıyor. Tıpkı menzil cemaati müritleri gibi şeyhin işlerini yapınca Allaha hizmet ettiklerini sanıyorlar. Parasını şeyhe kaptıran ve kabeye gitmeyen adam sonunda evliya oluyor, yersen.


Hacca gitmekten vaz geçip parasını şeyhe veren, şeyhin etrafında yedi kere dönerek hac yaptığını zanneden adam sonunda derecesi yükselen bir evliya oluyor. Mesnevi'den çocuklara masallar.

Mekkeli müşrikler bile kabeye hürmet ederler, oraya gelenlere su dağıtarak sevap kazanmaya çalışırlardı. (9:19) Çünkü ataları İbrahimden oranın kutsal olduğu bilgisi kendilerine ulaşmıştı. Son nebi de kâbe'ye gereken hürmeti göstermiş, inen ayetlerle müslümanları hacı olmaya davet etmiştir.

"Orada makamı ibrahim'in açık ayetleri vardır. Kim ona girerse güvende olur. Onun yoluna güç yetiren kişilerin beyti haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır. Ve kim kafir olursa kuşkusuz Allah alemlere muhtaç değildir." [Ali İmran 97] ayetinde imkanı olanların haccetmesi farz kılınır. Son cümledeki ''kim kafir olursa'' ifadesi ''kim hacdan alıkoyarsa veya oranın kutsallığından şüphe ederse'' demektir. Nitekim Rumi'nin uydurduğu menkıbede şeyh hacca giden adamı alıkoymuştu. İçime Allah girdi deyip kendi etrafında tavaf ettirerek de hulul inancını savunmuştu.

Allah'ın insan bedenine girmesi birazdan okuyacaklarınız karşısında küçük kalacak. Allah'ın kimya hatun kılığına girerek şemsi tebrizi ile oynaştığını anlatan menkıbe, bir insan en fazla ne kadar saçmalayabilir sorusuna cevap veriyor. Melanet menkıbe şöyle;

Mevlana Şems-i Tebrizi'nin Kimya adında bir karısı vardı. Bir gün Şems hazretlerine kızıp Meram bağları tarafına gitti. Mevlana hazretleri medresenin kadınlarına işaretle: "Haydi gidin Kimya Hatunu buraya getirin; Mevlana Şemseddin'in gönlü ona çok bağlıdır" buyurdu. Bunun üzerine kadınlardan bir grup onu aramaya hazırlandıkları sırada Mevlana, Şems'in yanına girdi. Şems, şahane bir çadırda oturmuş, Kimya Hatunla konuşup oynaşıyor ve Kimya Hatun da giydiği elbiselerle orada oturuyordu. Mevlana bunu görünce hayrette kaldı. Onu aramağa hazırlanan dostların karıları da henüz gitmemişlerdi. Mevlana dışarı çıktı. Bu karı kocanın oynaşmalarına mani olmamak için medresede aşağı yukarı dolaştı. Sonra Şems "İçeri gel" diye bağırdı. Mevlana içeri girdiği vakit, Şems'ten başkasını görmedi. Bunun sırrını sordu ve "Kimya hatun nereye gitti?" dedi. Mevlana Şems: "Yüce Tanrı beni o kadar sever ki istediğim şekilde yanıma gelir. Şu anda da Kimya şeklinde geldi," buyurdu. İşte Bayezid'in hali de böyle idi. Tanrı ona daha sakalı bitmemiş bir genç şeklinde göründü. [Ariflerin menkıbeleri, Ahmet Eflaki, Cilt 2, Hürriyet yayınları 1973 İstanbul, Çeviri: Tahsin Yazıcı]


Şemsi tebrizi'nin karısı sinirlenip gezmeye çıkmış. Celaleddin rumi de şems onu özler diye kadınları aramaya yollamış ama ne görsün, bir de bakmış ki kimya hatun içeride şems ile oynaşıyor. Hayret edip uzaklaşmış rahatsız etmemek için, medresede dolaşmış. Sonra şems rumiyi çağırmış. Meğerse Allah şemsi çok sevdiği için kimya hatun kılığına girip şems ile oynaşmış, Haşa. Buna binlerce kez haşa denir. Alemlerin rabbi olan Allah, insan kılığında gezmez, kadın kılığına girip sapık sufilerle oynaşmaz. Belli ki cin şeytanlar şemse musallat olmuş. Cinlerle oynaşıp Allah ile oynaştığını sanmış.


İsterseniz Mevlevilerin bu masallarıyla aklınızı kirletebilirsiniz ve "bunlar büyük evliya biz anlamayız, ancak onların seviyesine gelenler anlayabilir" diyerek saçmalamaya devam edebilirsiniz. Çünkü bu şeytani kitaplar da imtihan vesilesidir ve kimin aklını kullanıp muvahhid olacağını ortaya çıkartmaktadır. Mevleviler bu satırları okuyunca "vay be ne büyük adammış, Allahı bile ayağına getirmiş" diyecekler, Muvahhidler ise "vah vah, cinlerle oynaşıp Allah ile oynaştığını sanıyor zavallı" diyeceklerdir.

10) Müstehcen hikaye yazarı Celaleddin Rumi!

Celaleddin Rumi’nin anlattığı kıssadan hisse hikayelerinde inanılmaz cinsel içerikler mevcuttur. Hayvanlarla cinsel fantezileri olan sapıklar için "Eşeğin aletine kabak takarak cinsel ilişkiye giren kadın" hikayesi, erkek erkeğe cinsel fantezileri olanlar içinse "tüğsüz oğlanla ilişkiye giren adam" hikayeleri anlatılır. Bu müstehcen hikayeleri öyle detaylı anlatır ki okuyanların zihninde o manzara canlanır. Böylece bilinç altı kirlenir ve sapıklığa yönelmeler başlar. Rumi’nin amacı da din kisvesi altında sapıklık aşılamaktır. Hiçbir Müslüman oğlancılık hikayeleri anlatarak kıssa’dan hisse ders vermeye çalışmaz. Hiçbir peygamber erotik hikayeler anlatarak din anlatmamıştır. Böyle bir tebliğ metodu yoktur. Nasıl ki çocuk pornosu anlatarak ailelere evliliği uzatma yolları dersi verilemez ise erotik hikayeler anlatarak da islam tebliğ edilemez. Birazdan okuyacaklarınız +18 olduğu için küçüklerin okumaması tavsiye edilir.

A- Eşeğin aletine kabak takıp ilişkiye giren kadın !

Mesnevi’nin beşinci cildinde geçen kabak hikayesinde, eşekle ilişkiye giren kadın detaylıca anlatılmıştır. Amacı bunu okuyanların zihninde o görüntüyü canlandırıp hayvanlarla seks fikrini akıllara sokmaktır. Bu yüzden köylerde eşeklere tecavüz yaygındır.

1335. O hilebaz halayığın bir kabağı vardı. Eşek kendisine ölçülü yaklaşsın diye kabağı, eşeğin aletine takardı. Yakınlaşma zamanında aletin yarısı girsin diye bu işi yapmaktaydı. Çünkü, eşeğin aleti tamamı ile girse rahmi de parçalanırdı, damarları da. Eşek boyuna zayıflayıp durmaktaydı. Eşeğin sahibi olan kadın da neden bu eşek böyle zayıflıyor, neden böyle kıl gibi inceliyor deyip dururdu. Fakat işin ne olduğunu anlamakta acizdi. Nalbantlara illeti nedir, neden zayıflamakta diye gösterdiyse de, 1340. Onda hiçbir illet görünmedi, kimse bunun iç yüzünü haber veremedi. Kadın bu işin aslını adamakıllı araştırmaya başladı. Her an eşeğin haline dikkat etmekte, neden böyle zayıfladığını bulmaya çalışmaktaydı. İnsanın adamakıllı çalışmaya kul olması gerekir. Çünkü her şeyi iyice arayan nihayet bulur. Eşeğin haline dikkat edip dururken bir de ne görsün? O halayık eşeğin altına yatmıyor mu? Bunu kapının yarığından gördü bu hale pek şaştı. 1345. Eşek, erkekler kadınlara nasıl yakınlaşırsa aynen onun gibi halayığa yakınlaşmış, işini becermekteydi. Kadın hasede düştü. Dedi ki, bu eşek, benim eşeğim, nasıl olur bu iş? Bu işin bana olması lazım ben işe daha ehlim. [Mesnevi, Cilt 5, Sayfa 112, Beyit: 1335-1345, MEB Yayınları, İstanbul 1995]


B- Kadın kılığında camiye girip yanındaki kadına penisini elleten adam!

3325.Sözü kuvvetli,cerbezesi yerinde bir vazeden vardı.Mimbere çıkmış vaız ediyordu.Kadın,erkek herkes mimberin dibine toplanmıştı. Cuha da bir çarşaf giyip yüzünü örttü,kadınlar arasına karıştı.Kimse onu tanımıyordu. Bir kadın,vaız edene gizlice sordu:Kasıktaki kıllar,namazın bozulmasına sebep olur mu? Vaiz dedi ki:Uzun olursa namaz mekruh olur. Ya hamam otuyla,ya ustra ile traş etmen lazım ki namazın tamam olsun,kabul edilsin. 3330.Kadın:Ne kadar uzun olursa namazın kabul olmaz dedi. Vaız eden dedi ki:Bir arpa boyu uzun olursa traş etmek farzdır. Cuha,hemen kızkardeş dedi,bak bakalım,benim kasığımın kılı o kadar olmuş mu? Tanrı rızası için elini uzat da bir yokla. Bakalım,mekruh olacak kadar uzamış mı? Yanındaki kadın,Cuhanın şalvarına el atar atmaz eline aleti geldi. 3335.Derhal şiddetli bir nara attı.Hoca,sözüm gönlüne tesir etti dedi. Cuha dedi ki:Hayır,gönlüne tesir etmedi,eline tesir etti.A akıllı adam,gönlüne tesir etseydi vay haline! O büyücülerin gönlüne birazcık tesir etti de onlarca sopa da bir oldu,el de. Padişahım,bir ihtiyarın sopasını alsan o sopa,onun eli ayağı olduğu için pek incinir. Halbuki onlar,elleri,ayakları kesileceği halde "Bize zarar olmaz ki"diye nara attılar,naraları gökyüzüne vardı.Hadi,gel kes dediler,can,can çekişmeden kurtulur. [Mesnevi, Cilt 5, Sayfa 272, Beyit: 3325-3339, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]


C- Tüğsüz oğlanla ilişkiye giren eşcinsel adam!

Lut kavminin günahı olan oğlancılık hastalığı; Celaleddin rumi’nin hikayelerinde bilinç altını kirletecek şekilde anlatılmıştır. Allah’a şükrederek oğlana tecavüz eden adam, iri adamın oğlana cinsellik teklif etmesi gibi homoseksüel hikayeler mesnevi’de şöyle geçer:

Örnek 1: Bir iri adam bir oğlanı ele geçirdi. Bu adam bana kast eder diye çocuğun yüzü sarardı. Adam dedi ki “ Güzelim, emin ol.. sen benim üstüme bineceksin. Ben korkunç görünsem de aldırış etme, bil ki ben bir ibneyim. Deveye biner gibi bin üstüme, sür” İnsanların suretleriyle mânaları da işte böyledir. Dışardan adam görünürler, içerden melûn Şeytan! [Mesnevi, cilt 2, Sayfa 242, Beyit: 3155-3158, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]


Örnek 2: Adamın biri bir oğlana kötülükte bulunurken oğlanın belindeki hançeri görüp "Bu neden," diye sordu. Çocuk, "Birisi benim hakkımda kötü düşünceye saplanırsa onunla karnını deşerim" dedi. Oğlancı adam, hem işin beceriyor, hem de Şükür Tanrı'ya ki ben sana kötülük düşünmüyorum diyordu... Bir oğlancı, evine bir oğlan götürdü. Onu baş aşağı edip düzmeye koyuldu. Bu sırada o mel'un çocuğun belinde bir hançer gördü. Dedi ki: Belindeki ne? Oğlan, kötü düşünceli biri hakkımda kötü bir düşünceye kapılırsa bununla karnını deşeceğim diye cevap verdi. Oğlancı, Tanrı'ya hamdolsun dedi, iyi ki ben sana bir hile yapıp kötü bir düşünceye kapılmadım. Sende adamlık olmadıktan sonra hançerlerin ne faydası var? Yürek olmadıktan sonra bunda ne fayda var ki? [Mesnevi, Cilt 5, Sayfa 205, Beyit: 2496-2500, MEB Yayınları, İstanbul 1995]


D- Dervişin bakışıyla ihtilam olan (cenabet olan) adam!

Sufizm dini mensupları kadın düşmanı olduğu için erkeklerden hoşlanmaya başlamışlardır. Aşağıdaki hikayede Şemsi tebrizi bir adamın bakışından etkilenerek zevk alıp boşalıyor.

"Bizim bu Şemseddin'e bir gün Tanrı erlerinden biri bir nazar atmıştı. O mübarek nazardan beri Şemseddin dünyanın eşi benzeri olmayan bir velisi oldu" buyurdu. Dostlar bu hayırlı haberi Şemseddin'e ulaştırıp: "Mevlana hazretleri bugün medresede bu kadar büyükler arasında sizin hakkınızda böyle bir şahadette bulundu" dedikleri vakit, Mevlana Şemseddin baş koyup sevindi ve: "Mevlana' nın buyurduğu gibidir" deyip şu hikayeyi anlattı: Buluğa ermiştim. Bir gün Halep şehrinde medresede öğrenim yapıyordum. Hidaye’yi tekrarlamaya çalışıyordum. Birdenbire bir dervişin kapıdan girip benden su istediğini gördüm. Hemen kalktım, su testisini dervişe verdim ve bendeki bir miktar yemeği de gönlü yaralı olan bu dervişin önüne koydum. Benim bu yerinde hareketimden dervişin memnun olduğunu ve üzerime garip bir nazar attığını gördüm. Onun bu tatlı nazarından o kadar zevk duydum ki, ihtilam (cenabet) oldum ve ben o hoşluk içerisinde kendimi toplayıncaya kadar dervişin gidip kaybolduğunu gördüm. O nazarın lezzeti hala benim ruhumda duruyor." [Ariflerin Menkıbeleri 1, Ahmet Eflaki, Sayfa 373-374, Hürriyet Yayınları, İstanbul 1973]


E- Ayaklarına kapanan kadına penisini tutturan şeyh!

Yine Sultan Veled hazretlerinden nakledilmiştir ki: Bir gün Mevlana Şemseddin iyi ve namuslu kadınları övüyor ve onların iffet ve ismeti hakkında: "Bununla beraber bir kadına, Arşın üstünde bir yer verseler, onun nazarı birdenbire dünya üzerine düşse ve yeryüzünde intiaza gelmiş bir tenasül aleti görse deli gibi kendini ordan aşağı atar ve aletin üstüne düşer; çünkü kadınların mezhebinde ondan daha yüksek bir mertebe yoktur" buyurdu ve sonra şu hikayeyi anlattı: "Şam'da bulunan Şeyh Ali Hariri, kademli , parlak kalbli, metanet sahibi bir kişiydi. Sema esnasında kime baksa derhal o, ona mürit olurdu. Giydiği hırka parça parça idi. (Bu yüzden) Sema esnasında vücudunun her tarafı görünürdü. Halifenin oğlu da, bunun menkıbelerini işittiği için, sema'ını görmek istedi. Sema edenleri seyretmek için makam kapısından içeri girdiği vakit şeyhin nazarı ona ilişti. O derhal mürit oldu ve elbise giydi. Oğlunun şeyhe mürit olduğu haberi, Mısır'da halifenin kulağına ulaştı. Son derecede canı sıkıldı ve şeyhi öldürmek istedi. Fakat şeyhin yüzünü görür görmez o da tam bir samimiyetle, şeyhe teveccüh gösterdi. Halifenin karısı da onu görmek istedi. Şeyhi eve davet ettiler. Hatun ilerleyip şeyhin ayaklarına kapandı ve elini öpmek istedi. Şeyh tenasül aletini kaldırarak kadının eline verdi ve: "Senin istediğin o değil, budur," dedi ve sema'a başladı. Bunun üzerine halifenin itikadı bir iken bin oldu. [Ariflerin Menkıbeleri 2, Ahmet Eflaki, Sayfa 95, Hürriyet Yayınları, İstanbul 1973]


F- Babasına yatak odası zevkini anlatan kız!

Zengin bir adam vardı. Bu adamın da zühre yanaklı, ay yüzlü, gümüş bedenli bir kızı vardı. Kız, kendini bildi, babası onu kocaya verdi. Fakat kocası kızın dengi değildi. Kavun, karpuz oldu, sulandı mı yarmazsan telef olur gider. Babası da kızın baştan çıkmasından korktu da onun için onu, dengi olmayan birisine verdi. 3720. Kızına dedi ki: Kendini kocandan koru, sakın gebe kalma. Ne yapayım? Bu yoksula seni vermek zorunda kaldım. Bu adamı garip say, garipte vefa olmaz. Ansızın her şeyi bırakır, kaçıp gider. Çocuğu, başına dert olur kalır. Kız dedi ki: Babacığım, dediğini tutarım, öğüdün pek doğru, kabulüm. Babası, her iki üç günde bir kere kızına aman ha sakın diye öğüt veriyordu. 3725. Derken kız, birdenbire gebe kalıverdi; ikisi de gençti. Kız, bunu babasından gizledi. Çocuk, karnında beş, yahut altı aylık oldu. Artık iyiden iyiye belli oldu. Babası dedi ki: Bu ne? Ben sana ondan kendini koru demedim mi? Öğütlerim, yelmiydi ki hiç sana tesir etmedi? Kız, baba dedi, nasıl tahammül edeyim? Erkekle kadın, şüphe yok ki ateşle pamuk. 3730. Pamuk, ateşten nasıl çekinebilir? Yahut da ateş nasıl olur da pamuğu yakmaz, çekinir? Babası dedi ki: A kızım, ben sana onun yanına gitme demedim. Yalnız menisinden kendini koru dedim. Tam zevk anında onun beli gelirken kendini çekmeliydin. Kız, peki, beli ne vakit gelecek, ben ne bileyim? Bu, pek gizli bir şey, anlaşılmaz ki dedi. Babası, gözleri süzüldü mü anla ki beli geliyor deyince, 3735. Kız dedi: Onun gözü süzülünceye kadar benim bu iki gözüm de kör oluyor a baba! Her bayağı akıl, hırs ve öfke zamanı, yerinde durmaz ki! [Mesnevi, Cilt 5, Sayfa 302-304, Beyit: 3716-3735, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]


Sonuç

Celaleddin Rumi'nin evliya olarak tanıtılması gerçekle örtüşmemektedir. Bırakın evliya olmayı; Kendi şeriatına tabi olarak kabe'ye düşman olması, şarabı kendine helal etmesi, Allahın kuluyum demeyi çirkin göstermesi, inşallah demeyi yasaklaması, kadın gönlünü işkembeye benzetmesi sebebiyle ona müslüman demek bile mümkün değildir. Böylesine çarpık ve İslama zıt inançları olan bir adam için 17 Aralıkta Konyada anma töreni düzenleniyor, TRT1 ekranından övgüler yağdırılıyor. Müslümanlar öylesine uyumuşlar ki, anonim sözleri caps yaparak altına Hz. Mevlana yazan sayfalara kanmışlar. Kaynak sorunca engelleyen sayfalar bunlar, anonim güzel bir söz buluyorlar ve altına Hz Mevlana yazısı ekliyorlar. İnsanlar da bu güzel sözün Rumiye ait olduğunu sanıyor. Mesela biz "vantilator dönerse serindir, dönmezse hiç serin olmamıştır" gibi güncel bir mizahi sözün altına mevlana yazsak nasıl uyduruk bir caps olursa sosyal medyadaki mevlana capsları da öyle uyduruktur. Gerçek mevlana ise burada anlattığımız gibidir. Kaynaklarıyla birlikte sunduğumuz bilgileri okuduktan sonra akıl sahibi insanların gerçeği göreceğini ümid ediyoruz. Allah müminlerin gözündeki perdeyi kaldırsın, basiret versin, salat etsin. Amin.

3 yorum:

  1. Bu satırları yazan kardeşim Allah yolunu açık etsin senide insallah cennetine koysun banada İnşallah mekanim umudum odur ki cennet vaad edilirse beni komşun yapsin Allah razi olsun yolun acik olsun kardeşim

    YanıtlaSil
  2. BU BAĞLANTIYA TIKLAYARAK BURADAKİ EK BİLGİLERİDE OKUYUNUZ LÜTFEN: https://www.facebook.com/notes/ahmet-kartal/%C5%9Femsi-tebrizinin-%C3%B6ld%C3%BCr%C3%BCl%C3%BC%C5%9F%C3%BC/1205290112857699/

    YanıtlaSil
  3. Burada Mesnevi PDF olarak görünüyor.
    Lütfen bana gönderebilirmisiniz kendim de okumak ve delil olarak kullanmak isterim

    YanıtlaSil

Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?