Kuran müslümanlığı hakkında bilgiler

Sözler köşkünün mezhep savunmasına cevaplar!

Kuranı övüyor gibi görünüp Risalei Nur isimli bir kitabı öne çıkaran Sözler Köşkünün Mezhep savunmasına cevaplar vereceğiz. Daha önce de Hadis Savunması videosu çeken bu camaate "sözler köşkünün hadis savunmasına cevaplar" başlıklı yazı yazmıştık. Orda da gördüğümüz tek şey içi boş izahlar ve insanları temelsiz çürük kaynaklara davet etmeleri oldu. Zira müslümanları binlerce yıldır geri bırakan zihniyeti yaşatmak için ellerinden geleni yapıyorlar ve sürekli yeni isimlerle başka cemaatler kuruyorlar. Hepsinin ortak noktası Nurculuk ve Said Nursi propagandası. (Bak: Said Nursi gerçekleri)

"Peygamberimizin Mezhebi Yokken Bizim Neden Var? | Çapraz Sorgu 12" başlıklı videoda iki tane mezhepçi adamın insanları fırkalaşmaya çağırdığını ve gerçek dışı açıklamalar yaptığını görüyoruz. Aklını kullanan insanların sorularını cevaplarken hem mantık hatası yapıyorlar hem de bu soruları ortaya atanları dinden uzak yaşayan cahil insanlar olarak tanımlıyorlar. Böylece kendileri çalıp kendileri oynuyorlar. İzleyenler ise gerçek bir ilmi tartışma yaşanıyor sanıyor. Tek taraflı mezhepçilik propagandası yaptıktan sonra soru yönelten kişi "Aaa hiç böyle düşünmemiştim, meğerse mezhepler çok gerekliymiş, beni aydınlattığın için teşekkür ederim" diyerek oyunculuk yeteneğini konuşturuyor. Gelelim o iddialara:



Sunucu Soruyor: "Mezhepler dini bölmek parçalamak içindir" diyorlar, bu konuda ne düşünüyorsun? Hatta Allah ayetinde bizi uyarıyor: "Resulüm! Dinlerini parça parça edip guruplara ayrılanlarla artık senin hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah kalmıştır" (6/ Enam 159)

Mezhepçi cevaplıyor: Böyle bir kavga yok, İmama azama tâbi olanlar "beyler hadi yürüyün, şafiileri arka mahallede kıstırdık" Böyle bir dünya var mı? Görüyor musun Mezhepler milleti bölmüş, parçalamış, kavga ediyorlar. Böyle bir dünya uygulamada yok. Bu ayette bahsedilen mevzu, dini kendi heva ve heveslerine göre yorumlayıp insanları bölmek, fitne çıkarmak, müslümanları kavgaya tutuşturmak manası var. Mezheplere baktığımızda insanları birbirine düşürmüş mü uygulamada? Yok, demekki ayette bahsedilen mevzu mezhepler değil.

Cevabımız: Mezhep kavgası günümüzde yaşanmıyor olsa da eskiden yaşanmıştır ve dönemin emevi hükümeti kavgaları bitirmek için mezhepleri dörde düşürmüş, 4 hak mezhep ilan edilmiş ve diğerleri batıl sayılmıştır. Bunları hak ilan edenler de sadece kendi görüşüne uygun olanları hak olarak seçmişlerdir. Mezheplerin dörde düşürülmesi ile incillerin dörde düşürülmesi benzemektedir.

Ayrıca eğer Enam 159.ayet mezhepleri eleştirmiyor ise Mu'minun 52, Enbiya 93, Rum 32 ayetleri de mi eleştirmiyor? Bu ayetlerde insanların tek islam ümmeti olmak yerine kendilerine özel kitaplar yazarak her fırkanın kendi kitabıyla övündüğü söylenmiştir. Tam olarak günümüzdeki durumu anlatmaktadır. Mezhepler de kendi kitaplarını yazmakta ve kendi yazdıkları kitapları doğru kabul ederek sevinmektedir. Mesela bir mezhep A hadisini alır ve buna göre inanç oluşturur, diğer mezhep B hadisini alır ve buna göre inanç oluşturur. Ortaya farklı dinler çıkar.

"Şüphesiz ki bu (peygamberler ve müminler), tek bir ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben sizin Rabbinizim. Öyle ise bana karşı takvalı olun. (Ne var ki) insanlar, kendi aralarında işlerini parça parça edip kitaplara ayrıldılar. Her grup kendi yanında bulunanla sevinmektedir." (23/ Mü’minûn Suresi 53, 54)


Mesela bir mezhebe göre kan abdesti bozuyorken diğerine göre bozmaz, bir mezhebe göre sırtlan yeniyorken diğerine göre haramdır. Aynı sofrada oturan müslümanlardan birisi ben bunu yemem çünkü haram derken diğeri ben yerim bana helal demektedir. Kaynak olarak da mezhep kitaplarındaki farklı hadisleri gösterirler. Böylece tıpkı Muminun 52.ayette bahsedildiği gibi kendi yazdıkları kitaplarla sevinirler.

Bu mezhep farklılıklarını da kolaylık olarak sunarlar. Mesela suyun az olduğu yerde insanlar Şafi mezhebine uyarak "kan abdesti bozmaz" diyebilirmiş ama suyun bol olduğu yerde Hanefi mezhebine geçip "kan abdesti bozar" diyebilirmiş. Hem iki ihtimali de alarak ortaya serbestlik sunarlar hem de bu mezheplerden birini kabul etmelisin diye baskı yaparlar. Oysaki bir mezhepsiz de su olmadığı zaman eli kanarsa abdestini tazelemez, ama su bulduğu zaman içini ferahlatmak için yeniden abdest alır. Bunu yapmak için mezhep kurmaya gerek yoktur.

Kurulan mezhepler de zaten iki ihtimali de savunarak ortaya serbestlik sunmuşlardır. Bu serbestlik aslında tabi olanlar için geçerlidir yani şafi günümüzde yaşasaydı su çok olsa bile "kan abdesti bozmaz niye tazeleyim ki" diyecekti. Hanefi günümüzde yaşasaydı "su bol da olsa az da olsa ben abdest tazelerim arkadaş" diyecekti. Yani adına mezhep kurulan kişiler farklı koşullara göre mezhepten mezhebe geçmediler.

Mesela Ebu hanife "su az kalmış, daha yolumuz uzun, içeceğimiz suyu abdeste harcamayım, en iyisi şafinin mezhebine geçeyim sonra tekrar hanefi olurum" demedi. Çünkü mezhep kurmak gibi iddiası yoktu. "Bana göre böyle, ben böyle anlıyorum" diyerek dinini yaşadılar. Daha sonra talebeler "hocamız böyle anlıyordu" diyerek mezhep kitapları yazdılar.

Sonraki nesiller ise bu kitaplara uymayı dinin gereği saydı ve 4 hak mezhep sloganıyla kendi hegomanyalarını kurdular. Öyle ki bu mezhepleri kabul etmeyen müslümanları dinden çıkmakla itham ettiler ve mürted diyerek idam ettiler. Yani durum sadece kan abdesti bozar mı gibi basit konularla sınırlı kalmıyor, "sen nasıl sünnilikten çıkarsın, sen nasıl 4 hak mezhebi kabul etmezsin, nasıl kurana uyarsın, seni gidi zındık" diyerek dini Allaha özgüleyen müslümanları öldürmek istiyorlar. (Bak: Mürtedin hükmünde sünnilik ve islam farkı)

Sunucu Soruyor: Hristiyanlıkta da mezhepler var ve dinleri parça parça oldu. Biz de mezhepçilikte ısrar edersek onlar gibi olur muyuz?

Mezhepçi cevaplıyor: Olmayız çünkü mezheplerin manasında böyle birşey yok. Mezhepler "Allahın bizden istemiş olduğu nedir? Bunu anlamak istiyoruz" diye ortaya çıkmış, yardımlaşan gruplar olarak düşünülmeli. Uygulamada bin yıldır böyle bir şey olmamış bundan sonra da olmaz. Şöyle bir örnek vereyim: Ordumuz var, kara kuvvetleri var, deniz kuvvetleri var, hava kuvvetleri var. Bunlar nasıl aynı gayeye hizmet dip düşmana taarruz ediyorlar ise mezhepler de bu şekildedir. Evet aralarında farklılık olabilir teferruat kısmında ama hepsi aynı gayeye hizmet ediyor. Yani "hava kuvvetleri "bu deniz kuvvetleri de ne oluyor böyle, hiç hoşuma gitmiyor, hadi beyler bunları bombalayalım" deyip kendi ordusuna bomba atmıyor. Mezheplerin içinde de böyle bir durum söz konusu. Hepsi birbiriyle barışık bir şekilde, olayın hikmetini anlamışlar.

Cevabımız: Mezheplerin hepsinin barış içinde gül gibi yaşadığını söylemek, günümüze bakarak bir çıkarımda bulunmaktır. Mezheplerin kurulduğu zamanlarda hepsi birbirini cehalet ile itham etmiş, kendi aldıkları hadisin daha sahih olduğunu söyleyerek diğerlerini uydurma hadis nakletmekle suçlamışlardır. Örneğin namazda tahiyyat okumak konusunda mezhepler farklı rivayetleri seçerler ve her mezhep kendi seçtiğine sahih der, namazda onu okur. (Bak: Tahiyyat okumak şirk midir) Diğer konularda da ihtilaf içindedirler, ellerinden gelse öteki mezhepleri bir kaşık suda boğarlar.

Nitekim hak ve batıl davasında herkes kendi doğrusunu kabul ettirmek ister. Ateistler daha fazla inançsız insan olmasını arzu ederler, müslümanlar daha fazla müslüman, hristiyanlar daha fazla hristiyan, sünniler daha fazla sünni, şiiler daha fazla şii, aleviler daha fazla alevi olmasını isterler. Mezheplerin yayılma aşamasında da böyle olmuş, her fırka kendi taraftarını artırmaya çalışmıştır. Daha sonra sayıları dörde düşürülünce ve hak ilan edilince, propagandası yapıla yapıla halka kabul ettirilmiştir. Bugün de "4 hak mezhepten birini kabul etmeyen cennete gidemez" diyerek aynı propagandayı sürdürenler vardır. Oysaki insan görüşlerinden oluşan mezhepler cennete girmek için bir kıstas değildir. Kurana uyarak da cennete gidebilirsiniz.

Eğer müslüman olmak için mezhep kabul etmek gerekseydi bir japonun müslüman olması imkansız olacaktı. Çünkü karşısına onlarca mezhep çıkacak, hepsi de kendisine davet edecek, sonunda adamı bezdirip kaçıracaklardı. Hanefiler kolundan tutup "bizim yolumuz daha doğru gel hanefi ol" diyecek, şafiiler bacağından tutup "biz daha doğruyuz bize gel" diyecek, şiiler belinden tutup "müslüman olacaksan şii olmalısın bize gel" diyecek... her gurup kendi yazdığı kitapları dayatacaktı. Oysaki bu japon adama japonca Kuran meali verilseydi ve "bunu oku dini öğren" denseydi kolayca müslüman olabilecekti. Ayrıca diğer insanlar şuculuk buculuk gibi insan görüşlerine davet etmediği için birlik olunacak ve Tek Ümmet ayetleri vuku bulacaktır. Kendi yazdıkları kitaplara davet eden mezhepler yüzünden müslümanlar tek ümmet olamamaktadır. (Burada akıllara japon adam namazı nereden öğrenecek gelebilir, o konu hakkındaki yazımız: bana namazı göster)

Ayrıca sadece mezhepler değil, evliya denilen tasavvufçu adamlar da kendi kitabına davet etmektedir. Mevlana denilen Celaleddin Rumi Mesneviye çağırmakta, Bediuzzaman denilen Said Nursi Risaleye çağırmakta, Şeyhul ekber denilen Rabbani ise Fusul Hikeme çağırmaktadır. Bunların ortak noktası "bu kitabı vahiyle yazdım, Kuranın geldiği yerden geldi" demelerdir. İslamın pavlusu olan tasavvuf ayrı bir yazının konusu tabi. (Bak: Sufizm ve islam farkı)

Sunucu Soruyor: Ben Kuranda olana bakarım, kendi hükmümü kendim çıkarabilirim. Niye bir mezhebe tabi olayım ki.

Mezhepçi cevaplıyor: Kendine şunu sorman lazım bence: Ben Kuranın ne kadarını ezbere biliyorum? Kaç tane hadis biliyorum. Yani "40 tane hadisi ravisi ile birlikte say" desem sayamazsın. Bu kadar meseleye bütüncül bakamayan bir insan bir konuyla ilgili "bu haramdır, bu helaldir" diye nasıl ortaya hüküm koyabilir? Kurandan bir ayeti gördüğün zaman "bu harammış" diyorsunya, o konuyla ilgili beş altı tane daha ayet, kırk tane daha hadis var, bunlara bütüncül bakacak müçtehid imamlar varken ve bu işin ihtisası onlarken sen bir ayetle nasıl yola çıkabilirsin? Yani tıp kitaplarını okuyan birisinin birkaç cümle bulup onu uygulamaya koyması gibi olmaz mı bu? Araban bozulunca nereye gidiyorsun? Doktora mı? Sanayiye gidiyorsun. Peki vücudun arızalandığı zaman sanayiye gidip "usta bana bir bak" diyor musun? Demiyorsun doktora gidiyorsun. Peki din konusunda niye böyle düşünüyorsun? Acaba bu bir gurur, bir enaniyet veya şeytanın bir oyunu olabilir mi?

Cevabımız: A) Hadis ezberlemek konusu!

Müslümanlar 40 tane hadisi rivayet edenleri ile birlikte ezberlemek zorunda değildir. Çünkü bu rivayetler peygamberin vefatından 160 - 200 yıl sonra yazılmaya başlanmıştır. Hadis kitabı yazanların doğum tarihine bakıldığında doğup büyümeleri ve Özbekistan civarından medineye gelmeleri de hesaba katılınca 200 seneyi bulmaktadır.

O zamana kadar dilden dile dolaşan söylentiler o kadar çoğalmıştır ki halk artık her duyduğuna peygamber sözü demeye başlamıştır. Böyle bir ortamda Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu davud gibi adamlar ortaya çıkmış ve gazeteci gibi halkı dinleyerek işittiklerini yazmışlardır. Yazarken de "bu adam halk arasında güvenilir olarak biliniyor mu yoksa yalancı olarak mı tanınıyor, ona göre hadis alayım" diyerek sadece güvenilirliğe bakmışlardır, Kurana uygunluk şartı aramadan ve "bence bu sahihtir" diyerek kitap yazmışlardır.

Konu yine kitap yazmaya geldi, hadis kitapları da mezhep kitapları gibi insan görüşlerdinden oluşmaktadır. Yani Buhari topladığı 400 bin hikayeden 7bin tanesini beğenmiş,diğerlerini yakmıştır. Müslim de aynı şekilde kendi süzgecinden geçirmiştir ve "ben de bunların sahih olduğunu düşünüyorum" diyerek yazmıştır. Sonuçta "Buhari ve müslimin ittifak ettiği hadisler" adında bir kitap daha ortaya çıkmıştır. Peki ittifak etmedikleri ne anlama geliyor? Buhari "ben o hadisi beğenmedim, kitabıma almam" demiş ama Müslim "ben beğendim, kitabıma alacağım" demiş. Anlayacağınız hadisler kişiye göre değişen sahihlerdir ve en sahihi bile %60 oranında peygambere ait olabilir.

B) Hüküm koymak mevzusu: Müslümanlar "şu haramdır bu helaldir" diye sayarken Kuran ayetlerine dayanırlar. Mezhepler ise "bana göre bu haram bu helal" derler. Yani her mezhep kendini hüküm koyucu ilan ederek yeni bir din çıkarır ve Allahın ilahlık sınırını çiğnemiştir. Din allahın ise neyin haram olduğunu da Allah belirleyebilir. Aksi halde birisi "ben sarı renk sevmiyorum, sarı giymek haramdır" diyecektir, öteki "ben erkeğin altın yüzük takmasını gösteriş olarak görüyorum, erkek altın takamaz" diyecektir ve kişiye göre değişen haramlar ortaya çıkacaktır.

Hadislerin kişiye göre değişen sahihler olması gibi mezhepler de kişiye göre değişen haramlar ortaya koyarlar. Düşünün ki Allah haramları helalleri sayamıyor ama mezhepler neyin haram neyin helal olduğunu ortaya koyabiliyor. Böyle bir şeyi iddia etmek, "Allah dinini tamamlayamadı, tamamlamak mezheplere kaldı" demektir. Oysaki ayette şöyle buyrulmuştur:

"...Bugün sizin dininizi bütünlüğe erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'ı seçtim. Kim aşırı açlık yüzünden çaresizliğe düşüp de (haram kılınanlardan bir şeyi) günaha meyletmeden yerse (bilsin ki) Allah bağışlayıcıdır, rahmet edicidir." (5/ Maide 3)


Haramların sayıldığı Maide 3.ayette dinimizin tamamlandığı söylenmiştir. Bu ayette hem haramların sayılması hem de dinin tamamlandığını söylemesi mezhepçilere nokta atışıyla cevap vermektedir. Kurana bakarak neyin haram olduğunu anlayabiliriz. (Bak: Eti yenen hayvanlar)

C) Doktora gitme mevzusu: Araba bozulunca sanayiye gitmek, hasta olunca doktora gitmek ile dini konuda mezheplere gitmek aynı şey değildir. Birisi dünya işlerinde meslek sahibi olmuş ve bu uzmanlığı ile geçimini sağlamaktadır. Diğeri dinin eksik olduğunu iddia ederek tamamlamaya çalışmaktadır, ilahlığa soyunmuştur, kişiye göre değişen haramlar ortaya koymuştur.

Din meslek değildir ve titizlikle dindar olmak gerekir. Ölümden sonraki hayatımızın nasıl olacağını bu dünyadaki inançlarımız ve tavırlarımız şekillendirmektedir. Bu yüzden herkes dinini kaynağından öğrenmeli ve boş vakitlerinde kendini ilmi konularda geliştirmelidir. Her müslüman yürüyen Kuran olmalıdır, bir mesele gördüğü zaman konuyla ilgili ayetleri takır takır sayabilmelidir. Kuran müslümanın baş ucu kitabı olmalı ve her gece uyumadan önce birkaç sayfa anladığı dilde okuyup tefekkür etmelidir. Bu sayede zamanla bilgin olunur ve layık ise hikmet de verilir.

Örneğin Hz Ömerin bir hutbesinde yanlış konuştuğu, kadının onu düzelttiği anlatılır. Hz Ömer gibi büyük bir islam alimi varken halktan bir kadının ona ayet hatırlatması gösteriyor ki Kuran dersleri yaparsanız zamanla reddiye yapacak seviyeye gelebiliyorsunuz. Bu kadın da mahalleden arkadaşlarıyla toplanıp yeni inen ayetleri okurdu ve Kuran kıssaları hakkında düşünürlerdi. Ahzab 33 ve 34.ayete uyarak Hz. Ömerin yanlışını düzeltecek seviyeye gelmişlerdi:

"Evlerinizde oturun, önceki Cahiliye döneminde olduğu gibi dişiliğinizi öne çıkarmayın, namazı kılın, zekatı verin. Allah'a ve Elçisine itaat edin. Ey ehli beyt! Allah’ın istediği sadece sizden pislikleri uzak tutmak ve sizi tertemiz yapmaktır. Evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve hikmeti aklınızdan çıkarmayın. Allah latiftir, habirdir." (33/ Ahzab suresi 33,34)


Ahzab 34.ayette kadınlara "cahiliye dönemindeki gibi gösteriş yapmak için süslenip gezmeyin, oturun da yeni inen ayetleri ezberleyin, tefekkür edin, zamanı verimli kullanın, dininizi öğrenin" mesajı verilmiştir. Kadınlar da bu ayete uyarak günlük Kuran dersleri yapmışlar ve zamanla ilim sahibi olmuşlardır. Çocuklarına da Kuran kıssalarını anlatmışlar, evlerde Kuran hakikatleri dillendirilmiştir. Böylece toplum olarak bilinç düzeyi artmış ve eğitim sistemi buna göre düzenlenmiştir. Her birey bir hoca olmuş, "mezhep türese de merak ettiklerimizi sorsak" diye beklememişlerdir.

Sunucu Soruyor: Bu konuyla ilgili bir ayet var mı?

Mezhepçi cevaplıyor: Nisa 83.ayette: "Kendilerine güven veya korku hususunda bir haber geldiğinde onu hemen yayıverirler. Halbuki onu peygambere ve aralarında yetkili kimselere götürselerdi, onlardan sonuç çıkarmaya gücü yetenler, onu anlarlardı. Allah'ın üzerinizdeki lütfu ve rahmeti olmasaydı, pek azınız hariç, şeytana uyardınız." (4/ Nisâ Suresi 83)

Bir hadiste ise Hz. Muhammed sav, Muaza Yemende ne ile hükmedeceğini soruyor. Muaz diyor ki "Allahın kitabı ile" Efendimiz diyor ki "Allahın kitabında bir hüküm bulamazsan?" Muaz "Resulünün sünneti ile" diyor. Peygamber "onda da bulamazsan?" diyor. Muaz "Reyim / görüşüm ile içtihad ederim"

Cevabımız: A) Söylentileri yaymamak mevzusu: Haberi dilden dile yaymayıp ilgili kişiye ulaştırmak gerektiği toplumda korku ve panik yaratmamak içindir. Mekkeli müşrikler asparagas haber yayıp müslümanları korkutmak istemiş olabilir. Oysa bu söylenti önce güvenlik ekiplerine söylenmelidir ve emniyet amiri gereken önlemi alacaktır. Günümüzde de sosyal medyadan yalan haber yayanlara ceza getirilmiştir. Bu konudan bahseden ayeti "mezheplere gidin" diye yorumlamak konuyu çarpıtmaktır.

İlgili ayetin Nuzul sebebi de Ebû Süfyân’ın Medineye hucum edeceği haberinin yayılması sebebiyle korku ve panik ortamı oluşması üzerine indiği söylenir. Yani bizim dediğimiz gibi iniş sebebi milli güvenlik konusunda önce güvenlik güçlerini haberdar etmekle ilgilidir. Bu ayetin dini konuda mezhebe gitmekle ilgisi yoktur. Dini konularda Kurana gidelim diye bu kitap indirilmiş ve aramızda hakem olmuştur. Kuranın hakem olduğu ayetlerde şöyle geçer:

Maide Suresi 43: Allah'ın hükmünün bulunduğu Tevrat yanlarında olduğu halde, seni nasıl hakem kılıyorlar ve sonra bunun peşinden yüz çeviriyorlar? İşte onlar, inanmış değildir.

En'am Suresi 114: Allah'tan başka bir hakem mi arayayım? Oysa O, size kitabı açıklanmış olarak indirmiştir. Kendilerine kitap verdiklerimiz, bunun gerçekten Rabbinden hak olarak indirilmiş olduğunu bilmektedirler. Şu halde, sakın kuşkuya kapılanlardan olma.

Nisa Suresi 65: Hayır öyle değil; Rabbine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar.


Maide 43 ayette "Ellerinde tevrat varken seni niye hakem yapıyorlar, cevap tevratta var zaten" deniyor. Enam 114 ayette "Allahtan başka hakem aramayın, Kuran hakem olsun diye indi" deniyor. Nisa 65 ayette ise "seni hakem yapsınlar, hükmüne razı olsunlar" deniyor. Bu üç hakemlik ayetini birlikte okuyunca anlıyoruzki Kuran aramızda hakemdir ve peygamberimiz Kuranı en iyi bilen kişi olduğu için ve vereceği hüküm ayete dayandığı için sahabelere ona danışmaları emredilmiştir.

Nitekim peygamberimiz hayattayken ona danışmak yeni ayetlerin inmesine de vesile oluyordu. Her soruya ayetle cevap veriliyordu. Örneğin "Sana şunu soruyorlar, deki..., sana böyle dediler onlara deki..., senden fetva istiyorlar, deki...." gibi ayetler her konuya Kuranın açıklık getirdiğini anlamaya yeterlidir.

B) Kuranda yoksa mevzusu: Peygamberimiz Kuranı en iyi bilen kişidir ve bu bildiği şeyler arasında "Kuranda herşeyi açıkladık" (16:89, 25:33, 11:1) ayetleri de vardır. Dolayısıyla kıyamete kadar sürecek dünya meselelerinde her konuya işaret eden ayet bulunmalıdır. Eğer bulunmuyor ise o konu insanların insiyatifine bırakılmış ve hükme bağlanmamış demektir.

Nitekim "Açıklanınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın" (5:101) ayetiyle fıkıh hükümleri isteyenler uyarılmıştır ve Kuranda yeteri kadar fıkıh bilgisi var, daha fazlasını istemeyin mesajı verilmiştir. Maide 101.ayete uyulmuş olsaydı bugün mezhepler ortaya çıkamazdı çünkü mezhepler serbest olan konularda hükümler vererek fıkıh kitapları yazarlar ve dini zorlaştırırlar. Oysaki mezhepçiler mezheplerin dini kolaylaştırdığını iddia ederler. Serbest olan konularda hüküm koymak dini kolaylaştırmak mıdır zorlaştırmak mıdır? Allah serbest bırakıyor, mezhepler "burada açık var, bu açığı kendi fikirlerimizle dolduralım" diyerek fıkıh külliyatı oluşturuyor.

Sunucu soruyor: Tamam, "ben yine de yapmak istiyorum" diyen birine ne dersin?

Mezhepçi cevaplıyor: O zaman 6bin küsür ayeti ezberle, bunların manasını da bileceksin tabi. 500 binden fazla da hadis ezberlersin, yada 300 bin. Bismillah de başla. Yapabilir misin? Yapamazsın, hele bu asırda.

Cevabımız: Konulara hakim olmak açısından Kuranı bilmek ve rivayetleri bilmek önemli olsa da bu durum bizim mezheplere muhtaç olduğumuz anlamına gelmez. Evet mezhepler bizden önce araştırma yapmış olabilir, hocalar da bizden daha fazla araştırma yapmış olabilir, hatta sapık denilen bir mezhep bile bir konuda güzel açıklamalar yapmış olabilir. Bunların ilminden faydalanmakta sakınca olmaz.

Sakınca olacak kısım paket programcı bir şekilde bir mezhebin herşeyine teslim olmaktır, bir mezhebi insanlara dayatıp "bunu kabul etmezsen cennete gidemezsin" demektir hatta gücü ele geçirince "bu mezhepten değilsen mürtedsin" diyecek kadar iler igitmektir. İşte asıl sorun mezheplerin dinselleştirilmesidir ki her mezhep gücü ele geçirince kendi inancını dayatmaktadır.

Nitekim dünyanın farklı ülkelerinde dinci devrim ile hayatı zindan olan insanlar bulunmaktadır. Afganistan örneğinde kadınlara burka dayatılmış, okula ve işe gitmeleri yasaklanmıştır. Mezheplerin ilk yaptığı şey kadının hak ve özgürlüklerini ellerinden almak olmuştur ve bunu din adına yaparak insanların dinden soğumasına sebep olmuşlardır. Mezheplerin zararlarından birisi de temel hak ve özgürlükleri kısıtlayarak, kendi dünya görüşlerini siyasi baskıyla herkese dayatarak insanları dinden imandan soğutmalarıdır. Bu sebeple laiklik ile yönetilen ülkeler daha gelişmiş olmaktadır çünkü mezhep hegomanyasından kurtulmuşlardır.

Ayrıca mezheplere bakarsanız kölelik cariyelik bile kalkmamıştır. "Bir adamın 99 cariyesi olsa, yüze tamamlamak istese ve karısı izin vermez ise karısının kafir olacağından korkulur" diyerek kölelik cariyelik savunan hoca kılıklı şarlatanlar halen vardır. İslamda ise Firavun zamanında kölelik kalkmış ve israiloğulları kölelikten kurtarılmıştı.

Sunucu soruyor: Peygamberimizin mezhebi mi vardı? Benim mezhebim peygamberin yoludur. Doğrudan doğruya ona uymak daha mantıklı değil mi?

Mezhepçi cevaplıyor: Efendimizin mezhebi yok, bu soruda ciddi bir mantık hatası var çünkü o varken mezhepler çıkmamış. İmamı azam, imamı şafi bunlar daha sonra ortaya çıkıyor. Mantık hatası şurda, zaten bütün mezheplerin içtihadların hepsi Kurana, hadise sünnete dayanıyor. Böyle bir soru abes oluyor. Neden? Bütün gördüğümüz renkler güneşten geliyor, peki güneş hangi rengi seçer? Efendimizin sözlerinden geliyor bu mezhepler. Efendimiz hangi mezhebi seçer diye bir soru manasız oluyor. Ben peygamberin mezhebi ne ise ona tabi olayım diyorsunya zaten mezhepler gidipte peygamberin sözü yerine başka birinin sözünü almıyor. Efendimizin ne kadar sözü varsa, ayetlerde ne yazıyorsa onları bizim önümüze sürüyorlar. Başka dinden birinin sözünü alıp buna göre hükmedelim demiyorlar. Senin peygamberini anlamanı sağlıyor zaten mezhepler.

Cevabımız: Mezhepler peygamberi anlamamızı sağlıyor ise her konuda ihtilaf etmeleri, haram helal koyma yarışına girmeleri, Allahın serbest bıraktığı konuları hükme bağlama çabaları ve kolay olan dini zorlaştırmaları peygamberin hangi özelliğini anlamamızı sağlıyor?



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?